SeyrüseferSeyir DefteriÜsküdar → Yolun Sonu - Kendim Ettim Kendim Buldum

Yolun Sonu - Kendim Ettim Kendim Buldum

Seyir Defteri - Üsküdar
Salı, 18 Aralık 2018

Yolun SonuBaşlangıcından itibaren geçen yirmibir yılın ardından, artık bütün bu ne olduğu belirsiz şeye bir son vermek zamanı geldi. Bir seneden biraz daha fazla süre önce anasayfanın tepesine yerleştirdiğim sayacın tek amacı aslında zamanın izâfî(!) akışına bağlı olarak kalan süreyi bana devamlı hatırlatması ve daha fazla içeriği ele alabilmemi sağlayabilmesi için bir nevi kamçı vazifesi görmesi içindi.

Ama doğrusunu söylemek gerekirse sonuç pek de beklendiği gibi gerçekleşmedi ve uzun zamandır taslak hâlde yayınlanmayı bekleyen belki yüz kadar (benim açımdan) önemli sayılabilecek ve bugüne kadar yayınlananları da kısmen tamamlayabilecek bâzı konular şu veya bu sebeple bir türlü tamamlanamadı...

Bilgi nedir şeklindeki bir soruya türlü türlü cevaplar verilebilir belki ama benim cevabım kısaca şöyle olur: Belâdır.

Neden böyle düşündüğümün ayrıntılarına girmek şimdi yersiz olur. Ama herşey bir tarafa, herhangi bir konuda, herhangibir seviyede, herhangi bir bilgiye sahip olmak, aynı zamanda bu bilgiyi doğru olarak kullanmak ve uygulamak doğrultusunda insanı sorumlu hâle getiriverir, aksi yönde bir hareket veya hiç hareket etmeme yâni eylemsizlik durumunda ise aşikâr olacağı üzere, vaziyete bağlı olarak belki küçük, belki de dehşet verici ölçekte büyük bir vebâl kişinin üzerinde kıyâmete kadar bâki kalır.

Bu noktada bilginin göreceli kapsamının sonuç üzerinde belki bir önemi de olmayabilir örneğin durum; iyi çay demleme bilgisini de kapsayabilir, atom bombası tasarlayabilme bilgisini de veya bunların arasında ve ötesinde kalan herşeyi de...

Tam olarak ne demek istediğimi ve isteyeceğimi daha iyi ifâde edebilmek için Kâtip Çelebi'ye müracaat etmek daha iyi olurdu:

1653 yılında, devlet bütçesinde gelirin az olup masrafın çoğalmasının sebeplerini araştırmak ve bütçe açığına bir çare aramak için gerçekleştirilen dîvâna sunulmak üzere Kâtip Çelebi tarafından yazılan (ve yazıldıktan üç yıl sonra Sultan IV.Mehmed'e sunulan) "Düsturü'l-Amel li-Islahi'l-Halel" yani günümüz türkçesine çevrilirse "Bozuklukların Düzeltilmesinde Tutulacak Yollar" adlı risâlenin girişinde yazar şöyle demektedir:


"Gerçi bu iş ilk bakışta demir leblebi gibi görünmekte, devletli efendiler, yeteneksizlikten ötürü önemsemeyip, yararlanmasalar da bâri kıyâmet gününde özrümüze cevap olur diye düşündüm..."


Tabii ki kendimi Kâtip Çelebi gibi değerli bir âlim ile karşılaştıracak kadar da hıyar değilim, fakat sonuç itibarı ile bu siteyle uğraşmak olarak tezâhür eden faaliyetin temel itici sebebinin (ki bazı ikincil ilâve etkenler de söz konusu olabilir) yukarıdaki alıntıda ifâde edildiği şekilde gerçekleştiğini söyleyebilirim.

Eğer öncesinde hiçbir şey öğrenmemiş olsaydım, böyle bir şey yapmama da ihtiyaç olmayacaktı ama insan henüz çocukken, gelecekte başına ne gibi dertler açacağının farkında olamadığı gibi toplum da insanlara öğrenmenin çok gerekli(!) olduğunu telkin ediyor değil mi? Fakat öğrenmenin çok ciddi sıkıntılara da sebep olabileceğinden bahsedildiğini hiç duymadım.

Öğrenme eyleminin ikinci sakıncası ise öğrenilen bilgi ile bilgisizlik arasında tam anlamıyla garip bir ilişkinin mevcut olmasıdır diye düşünüyorum, şöyle ki; herhangi bir konu öğrenilmeye başlandığında, kafası düzgün çalışabilen bir insanın, aslında ne kadar bilgisiz olduğunu henüz anlamaya başlaması ve belki bu şevk ile o konuda bilgisini iki katına çıkarttığında ise bu sefer karşındaki bilgisizlik havuzunun, daha önce farkına vardığından çok daha büyük olduğunu ve belki dört kat belki daha fazla genişlediğini kavramasıyla sonuçlanır ve böyle sürer gider...


Yolun Sonu

Resim.1) Yolun Sonu.[1]


Kimileri için ise bilginin ulaşılamayacak büyüklüğünü algılamaya başlamak son derece hayal kırıcı ve hatta dehşet verici olabilir. Ve belki de meşhur matematikçi Cantor'un sonsuzluk kuramı ile uğraşırken tümden kafayı sıyırmasına ve sonunda tımarhaneye kapatılmasına sebep olan his de budur.

Bu durumda öğrenmeyi tamamen terk edip en azından sorumluğun giderek büyümesinden kaçınmaya çalışmak da bir tür savunma taktiği uygulaması olarak düşünülebilirdi.


Tükenmeyiz Kırmağ İle!

21 Aralık 2018 itibarı ile artık bu site kaderine terk edilecek. Daha fazla yeni içerik ele alınmayacak. Ama arkadaşlardan, Almanyanın bâzı noktalarında Üsküdar Mühendishânesine erişimin engellendiğini ;) öğrenince hoşuma gitmedi desem yalan olur ve bu durumda mevcut içeriğin şimdilik, en azından birkaç sene daha yayında kalmasına karar verdim...

Ama yukarıda da kısaca ifâde etmeye çalıştığım gibi artık bu meseleler hakkında hiçbir şey görmek, duymak, öğrenmek ve bunlar hakkında düşünmek istemiyorum. Bakalım bu taktik uygulanabilir mi ve hiç olmazsa bir yudum huzur verecek mi?

Ziyaretçilerden gelen yoğun talep sebebiyle, site tamamen yok olmadan önce bütün mevcut içeriğin isteyenler tarafından kolayca saklanabilmesine yönelik bir çözüm oluşturmayı da düşünüyorum...


Bu musîkîyi özellikle nemçelilere ve içimize yerleştirdikleri her kılığa bürümüş, bukalemunvârî köpeklerine hediye ediyorum. Bütün yaptıklarınızın bedelinin toptan tahsil edileceği intikam zamanı giderek yaklaşıyor...
Ama onlara hediye ettim diye alınmayın :) benim gibi sizin de hoşunuza gideceğine eminim!


Hatta almancaya daha kolay tercüme edip amirlerinize iletebilmenize imkân sağlayabilmek için güftesini de aşağıya yazıyorum, bu da benden bi' kıyak olsun. Ama ne kadar iyi tercüme etseniz de anlayamayacaklar ;)


Zahid bizi tân1 eyleme
Hakk ismin okur dilimiz
Sakın efsane söyleme
Hazret'e varır yolumuz

Sayılmayız parmağ ile
Tükenmeyiz kırmağ ile
Taşramızdan sormağ ile
Kimse bilmez ahvâlimiz

Erenler yolun güderiz
Çekilip Hakk'a gideriz
Gaza-yı ekber ederiz
İmam Ali'dir ulumuz

Erenlerin çoktur yolu
Cümlesine dedik beli2
Gören bizi sanır deli
Usludan yeğdir delimiz

Tevhid eden deli olmaz
Allah deyen mahrum kalmaz
Her seher açılır solmaz
Bahara erer gülümüz

Muhyi sana olan himmet
Aşık ise cana minnet
Elif Allah Mim Muhammed
Kisvemizdir dalımız3

Bezcizâde Muhyiddin Muhammed4 - 17.yüzyıl


Yıktım Perdeyi, Eyledim Vîran...

Tabii herkes farklıdır, gerçek insanın elinde bilgi değerli ve faydalı da olabilir fakat ben ve diğerleri için hiçbir şey bilmemek daha iyi ve güvenli olabilir(di). Bilhassa benim gibi yatacak yeri olmayanlar tâifesinden olanlar için bu konunun ehemmiyeti belki çok daha fazladır.

Bildiğimiz ve kabûl ettiğimiz üzere, insan Eşref-i Mahlûkâttır. Ama yansıtıcı bir yüzey üzerinde kendi suretimle karşılaştığımda gördüğüm şey, şekil itibarı ile insana benzese de bu yansımanın bende uyandırdığı gerçek his dâima tamamen farklı oldu.

Bütün bahşedilenlere ve lütuflâra karşın hayatı boyunca ne millete, ne vatana, ne anne ve babasına, ne tek bir insan evladına en ufak bir faydası olmamış benim gibi aşağılık, rezil, sefil birinin ne olduğu önceki paragrafın ilk cümlesindeki tanım ile birlikte değerlendirilirse: O zaman gerçekte ben neyim? Bir musîbet mi? Ama hâlâ nefes alıyorum. Belki gelecek bu gidişâtı değiştirir, kim bilir?

Kaldı ki benim ne olduğumun veya olmadığımın hiçbir önemi yok, önemli olan millettir. Şu var ki bu Türk milletinin yaratılış sebebi dünya üzerindeki bütün mazlumların (hangi dinden, ırktan vesaire oldukları fark etmez) haklarını, insan suretindeki şeytanın askerlerine ki bunların günümüzdeki türlerine yeni dünya düzencileri deniyor, karşı korumak için fiilen savaşmak gibidir.

Bu mahlûklar çoluk çocuğun üstüne atom bombaları atıp kahraman edasıyla dolanırlar, bir gecede yüzlerce uçağı yangın bombalarıyla doldurup içinde sadece bebek, çocuk ve kadın ve elden ayaktan düşmüş ihtiyarların yaşadığı alenen bilinen şehirlerin üstlerine gönderip yüzbinlerce almanı bir çırpıda gözlerini bile kırpmadan diri diri yakarlar da yüzleri bile kızarmaz, aşağıda hayatta kalanlar da onların karşısında el pençe dîvan dururlar, al birini vur ötekine...

Cihangirlik bizim varoluş sebebimiz, yaradılıştan gelen ve içimize yerleştirilmiş bir yanıcı madde ve uzmanlık alanımız olduğuna ve bu gerçekliğe bağlı olarak dünyanın bütün mazlumları da bize emânet edildiğine göre bu emânete sahip çıkıp çıkmamıza bağlı olarak, kaderimiz de belirlenmektedir. Bütün bir tarihimiz boyunca yaşadığımız iniş ve çıkışlar ile emânete nasıl sahip çıktığımız arasındaki etkileşim ve düzen, eğer dikkât edilirse görülebilir. Bu noktada durumu açıklayan güzel bir deyiş var "zaferle değil, seferle emrolunduk" diye ve bize düşen sadece gerçek niyetimizi ve irademizi ortaya koymaktan ibarettir, sonuç ise bizim elimizde değildir. Meselenin özü ise Osman Gazi'nin oğluna verdiği nasihâtlerin içinde gizlidir...


Matlabımız5 din-i Hudâ’dır bizim.
Mesleğimiz râh-ı6 Hudâ’dır bizim.

Yoksa kuru mihnet7 ve kavga değil,
Şah-ı cihân olmaya dâvâ değil!


Ve bu açıdan bakıldığında da geleceğimiz hakkında ümitsiz değilim. Sitedeki birtakım alengirli mevzuların bu ifâde ile çelişkili olduğu düşünülebilir fakat henüz iyileşmiş değiliz ve hastalıklarımızı tedavi edebilmek için önce doğru teşhisleri koyabilmemiz gerekir öyle değil mi?

İşte sitenin mevcut içeriğini de bu yönden değerlendirmek gerekir, tabii ki bu teşhislerin doğru olduğu yönünde bir iddiam yok ama elimden gelen de ancak bundan ibâretti. Böylece millete olan borcumun çok küçük bir bölümünü de olsa ödeyebilme ümidiyle sürdürülen görev de eğrisiyle, doğrusuyla tamamlanmış oldu. Aslında bundan önce son bir yazı daha vardı ama onun konusu o kadar karanlık ki beni bile dehşete düşürdüğü için on seneden fazladır elim bunu yayınlamaya yanaşmamıştı, ve o konuyu ziyaretçilerin de kaldıramayacaklarını iyice anlayınca iptâl ettim dolayısı ile kapanış yazısı üç gün öne gelmiş oldu.

Sürç-i lîsan ettimse affola! Zâten ettiğim kesindir amma ne edelim ki lâfın söylenişi bu şekilde.


Sitenin sonu ise bu kez kulak üzerinden gönüle hitâb etsin.
Eğer merak eden olursa çalıştırabilir. Teklif var, ısrar yok.


Hakkınızı helâl edin kardeşlerim. Allah bu millete selâmet versin!

Yaftalar:

♦ Açıklamalar

1. Tân (Ta'n): Ayıp ve kusurları beyan etmek, kötülemek, hoş görmemek. [geri]
2. Beli: Evet. [geri]
3. Dal: Meyil, eğrilik, ağır yük götürmek. [geri]
4. Üsküdar'da Şekûrî Tekkesinin avlusunda yatmaktadır. [geri]
5. Matlab: İstenilen şey, hâllolunacak mesele. [geri]
6. Râh: Yol, usûl. [geri]
7. Mihnet: Zahmet, eziyet, dert. [geri]

♦ Kaynaklar

1. Ahvâl-i Kıyâmet, ~1500, Kemâl Paşazâde (Şemseddin Ahmed Çelebi)
2. Düsturü'l-Amel li-Islahi'l-Halel, 1653, Kâtip Çelebi
 







Telif Hakkı © 1997-2020 [uskudar.biz] - sürüm 5.5.1 - Bütün Hakları Saklıdır. Kullanım şartları için tıklayın!
Joomla! GNU/GPL lisansı altında özgür bir yazılımdır.