Yaklaşık olarak 6°01'49.1"K, 80°13'38.4"D noktasında yani Galle limanının [Resim.1] batıya bakan ağzının biraz güneyinde sarı bayrak çekmiş bekliyorduk. Bir müddet sonra küçük bir vasıta bize iskele oldu ve ikisi de otuzlu yaşlarda gibi gözüken, lacivert giysili denizci askerler güverteye çıktı; bir yüzbaşı ve bir de astsubay.
Kayığın evraklarını ve dört pasaportu verdik. Yüzbaşı pasaportların kapaklarını görür görmez şaşırır gibi olmadı değil. Hatta buna sevinçle karışık bir şaşkınlık demek daha doğru olabilirdi. Bilâhare sebebini anlayınca şaşırma sırası bize gelmedi desek yalan olur zîrâ güvertemize çıkan ve hayatımızda karşılaştığımız ilk Sri Lankalı olan yüzbaşı, henüz önceki sene Hacca gitmiş bir Müslüman imiş!
Velhasıl dört pasaportun kapağındaki hilâl ve yıldızın da gücüyle Sri Lanka'ya girişimiz son derece hızlı ve sorunsuz olarak gerçekleşti ve askerleri uğurladıktan sonra hemen limanın içine kıvrılıp orta yere lengerendâz olduk [Resim.2, sarı işaret]. Doğrusu bu başka bir açıdan da uzun zamandır beklediğim bir andı...
Resim.1) Bizi 1990'larda Hint denizlerinde gezdiren, 1960'larda inşa edilmiş, dokuz metrelik ahşap kayık. Yanlış hatırlamıyorsam bu fotoğrafı Sri Lanka'ya varmadan birkaç hafta önce Tayland sularında çekmiş olmalıyız.
Neden denirse, Sri Lanka donanması tarafından da kullanılmakta olan ve yarı-askerî sayılabilecek bu küçük Galle limanında [Resim.2] meslekî alâka sebebiyle Dvora Sınıfı [Resim.3] hafif silahlı küçük hücumbotları, özellikle seyir halinde, görebilmeyi ve inceleyebilmeyi de ümit etmekteydim. 1990'ların ortaları söz konusu olduğundan ve bugünkü mânâda ortada internet mevcut olmadığından, o günün şartlarında bu ele geçebilecek en iyi ve belki de tek fırsattı.
Hatta o zaman dilimi için Sri Lanka donanmasının elindeki bu teknelerin durumları, sayıları, üzerinde taşıdıkları silah sistemleri vesaire hakkında ulaşılabilen bilgiler dahi tamamen bulanıktı.
Resim.2) Sri Lanka adasının güneybatısındaki Galle limanının güncel (~2016) bir uydu görüntüsü [1]. Yukarıda bahsi geçen görevlileri beklediğimiz nokta beyaz, bilahare demirlediğimiz nokta ise sarı ile işaretlendi. Tabii bizim oraya ulaştığımız dönem 1990'ların ortalarıydı ve liman bu seviyede kalabalık ve gelişmiş olmadığı gibi asıl önemlisi kırmızı ile işaretli bölgedeki (peşinde olduğum) kayıklar henüz orada değildi. Sadece güney iskelede hurdası çıkmış başka sınıftan büyük bir antika hücumbot mevcuttu. Ama bugün resimde kırmızı ile işaretli bölgenin sağ üstte gösterilen büyütülmüş hâli üzerinde olduğu gibi, bahsi geçen tekneleri oturduğumuz yerden bile görebiliyoruz...
Sri Lanka'ya uzunca bir açık deniz seyrinden sonra ekvatorun birkaç derece üstünden, Hint Denizinin kuzeyini aşarak doğu yönünden geldiğimiz için fazla oyalanmadan hemen karaya çıktık; bir bardak soğuk su1 o an için gözümüzde tüten en büyük nimetti. Biraz ortalarda dolanıp birşeyler yiyip içtikten sonra akşam kayığa döndük ve kafayı vurduk. Baş altında sıcaktan bunalmış bir vaziyette uyumaya çalışırken çok yakınımızdan, tok bir patlama sesi işitildi, adeta suyun altında geliyor gibiydi ama pek oralı olmadık. Fakat çok kısa bir süre sonra bir patlama daha ve yine ve yine, sabaha kadar devam etti. Sıcak ve rutûbet bir yandan, uykudan sıçratan gürültü bir yandan...
Tabii işin aslını gündüz olunca öğrendik; yukarıda dediğim gibi burası aslında askerî bir limandı ve liman güvenliği bütün gece boyunca liman ağzı civarında devriye gezip kısa aralıklarla ve rastgele olarak suya el bombası atmaktaydı ki bunun sebebine daha sonra döneceğiz.
Resim.3) İsrail üretimi Super Dvora'ya ait bir reklam.[2] Sri Lanka donanması bu teknelerin en eski ve iyi müşterilerindendir ve aslında bu hikaye göründüğünden çok daha ilgi çekicidir fakat şimdi o kadar ayrıntıya girmeye pek niyetim yok.
Hile Yolu
1990'da ABD'de yayınlanan bir kitap2 dikkât çekecek kadar kısa bir süre sonra (aynı sene içinde!) türkçeye tercüme edilip hemen burada da basılmıştı bile. Bu kitabı okuduğumda Sri Lanka ile ilgili bazı bölümler özellikle dikkatimi çekmişti. Kaderin tecellisine bakın ki sadece birkaç sene sonra yolum Sri Lanka'ya, üstelik bir askeri limanın tam içine düşmüştü!
Türkiye'de "Hile Yolu" adıyla yayınlanan3 bu çalışma eski bir mossad birim subayı olduğunu söyleyen Victor Ostrovsky ile Claire Hoy tarafından hazırlanmış görünüyordu. Kitap yayınlanırken göstermelik bazı sahte tepkilerle vesaire, daha çıkar çıkmaz en çok satılan yayın haline gelmesini sağlayacak şekilde tanıtımı da yapılmıştı, böylece kitap hem kısa sürede çok geniş kitlelere ulaştırıldı hem de yazarlar birkaç gün içinde zengin oldu.
Yazıya ilerlemeden önce belki bu kitap ile alâkalı birşeyler söylemek de yerinde olabilir. "Hile Yolu" ve benzeri kitapların yayınlanmasının ardında yatan gerçek sebepler genellikle ilk anda göründüğünden farklı olabilmektedir, bu doğrultuda başlıca bir iki temel hususu belirtmek gerekirse:
- Söz konusu kitâp iddia ettiğinin aksine tabii ki gerçekten bir istihbarat değeri olabilecek gizli bilgileri içermemektedir, zaten böyle birşey beklemek de saflık olur. İçerikteki bilgilerin bir bölümü yaygın olarak bilinmese de doğru temellere dayanmaktadır çünkü tamamen palavralarla dolu bir belge hazırlanırsa beklenen etki sağlanamaz(dı). Böylece ikinci safhada, kullanılan bu bir miktar doğru veri vasıtasıyla diğer bazı hassas noktaların gizlenebilmesi veya saptırılması da mümkün olabilecekti(r).
- İkinci husus, bilhassa Türkiye gibi birincil hedef ülkelere yönelik olarak gerçekleştirilen ve hedef milletlerin gözünde kendilerini (aslında olmadıkları kadar) güçlü ve adeta yenilmez gibi göstermeye yönelik uzun vadeli toplum mühendisliği uygulamalarıdır ki Hile Yolu bu açıdan oldukça başarılı(!) ve etkili bir dille kaleme alınmıştır denilebilir. Şunu asla hatırdan çıkarmamak gerekir ki Türkiye dahil bütün ülkelerde ana akım denen medyanın birkaç temel görevinden biri de tam olarak bu etkiyi sağlamaktır.
Medyanın diğer başlıca görevleri ise hedefledikleri milletlere aşağılık duygusu aşılamak, toplumu olabildiği kadar bölerek millet yapısını parçalamak, aile yapısını tahrip etmek, ahlâkî değerleri yok etmek, cehaleti yüceltmek, bilgiyi kirletmek, milli kültürü aşağılamak, insanları uyuşturmak ve duyarsızlaştırmak olarak sayılabilir...
- Üçüncü husus, kitap vasıtasıyla diğer ülkeleri üstü kapalı olarak tehdit edebilecek tarzda bazı mesajlar vermek gibi düşünülebilir. Mesela Hile Yolu'nda bahsi geçen ABD istihbaratı, küresel uyuşturucu ticareti ve Panamanın işgali arasındaki bağlantı meselesi gibi ki buradaki örnekte tehdit edilenler zamanın bazı ABD bürokratları ve siyasetçileri olabilir.
- Dördüncü olarak, ABD, İngiltere, İsrail, Almanya vs. gibi devletlerin yapıları hakkında bizim gibi milletler üzerinde oluşturulmuş durumda bulunan ve bu ülkelerdeki devlet yapılarının muntazam bir şekilde sabit ve kendi içinde tutarlı bir yörüngede ilerlediği yönündeki yanılsamanın aksine söz konusu devletlerin içinde hakim duruma geçmeye çalışan pek çok alt yapılanmaların arasında yaşanan çıkar ve güç için yapılan çatışmaların küçük bir yansımasında da bahsedebilmek mümkündür.
Velhasıl Hile Yolu için de yukarıda bahsi geçen dört maddenin tamamının geçerliği olduğu söylenebilir, aslına bakılırsa daha fazlasında da bahsedebilmek mümkün olurdu ama bu meseleyi daha fazla uzatmaya şimdilik gerek yok aksi taktirde mevzu yine fazla dağılacak...
Sri Lanka
Bu ada, Hindistan yarımadasının ucunda ve hemen güney-güneydoğusunda, ana kıtaya çok yakın bir mesafede bulunmaktadır. Hazreti Adem Aleyhisselam'ın dünya üzerine bu adada indirildiği de (Adem Tepesi) rivâyet edilmektedir.
Sri Lanka uzun zaman ingiliz sömürgesi olarak kaldıktan sonra 1948 itibarı ile en azından görüntü olarak bağımsızlığını kazanmıştı. Ama bu topraklardaki insanların çilesi daha yeni başlayacaktı; ingilizlerin böylesine nüfûz ettiği toplumlarda gelecekte huzur diye birşey beklemek saflık olurdu.
Bu bağlamda aynı coğrafyadan güncel sayılabilecek bir başka numune olarak, ingilizlerin Burma dedikleri Myanmar adlı bir başka eski(!) sömürgesi de gösterilebilir. Son zamanlarda buralarda yaşanan Müslüman soykırımının neden yapıldığını, uzun vadedeki gerçek hedefin ne olduğunu ve ipleri aslında kimin tuttuğunu anlayabilmek için perdenin arkasındaki kuklacıyı görebilmek gerekir, niyeti malûm medyanın gösterdiklerine bakıldığında ciddi şekilde yanılmak kaçınılmazdır. Son cümledeki ifade abartılı mı geldi? Biraz daha dikkâtli düşünün...
LTTE
1980'ler ile başlatılan yeni süreçte Sri Lanka günümüz dünyasınında yaşanmakta olan pek çok acı gelişmenin gerçekleştirilebilmesi için bir laboratuvar olarak kullanılacaktı, insanları da kobay olarak. Ve böylece malûm ülkeler tarafından topraklarını kan gölüne çevirecek bir terör örgütü kuruldu; LTTE, sene 1983. Böylesine milliyetçi bir örgütün isminin dahi ingilizce (Liberation Tigers of Tamil Eelam) olması da gözden kaçıyor değil...
Zamanlamaya biraz daha dikkât çekmek gerekirse aynı dönemde Türkiye'de ve ilave olarak Güney ve Orta Amerikanın ve Güney Avrupanın pek çok ülkesinde ne gibi gelişmeler, mesela kaç tane askerî darbe, kaç siyasî suikast vesaire olmuştu? Bütün bu ülkelerde aynı zaman diliminde yaşanan paralel gelişmeleri takip eden ve çok da uzun olmayan sürecin günümüzde nelere sebep olduğuna bakarak durumun yakın gelecekte nerelere gidebileceğini kestirebilmek de belki mümkün olabilir mi acaba?
Resim.4) LTTE tarafından Sri Lanka hedeflerine karşı hareket eden intihar dalgıçları tarafından kullanılan, patlamadan ele geçirilmiş bir sualtı patlayıcısı. Toplam ağırlığı 353,5kg olan el yapımı patlayıcı sınıfından olan bu cihaz 25kg dökme TNT içermektedir, fünyesi C4 ihtiva etmekte olup gövdesi CTP'dir.[4]
Günümüzde artık unutulmuş olsa da mâlûm istihbarat teşkilâtları tarafından, canlı-bomba denen şeyin bir tür kitle imha silahı olarak sistemli bir şekilde ve uygulamalı olarak geliştirildiği topraklar Sri Lanka olmuştur. İtinayla geliştirdikleri bu teknolojinin(!) Ortadoğu coğrafyasına taşınması çok daha sonradır.
Bomba yüklü deniz araçlarıyla diğer deniz hedeflerine saldırılmasına yönelik terör saldırısı yaklaşımı da yine ilk kez Sri Lanka sularında geliştirilmiş, sistemli şekilde uygulanmış ve Sri Lanka Donanmasına ağır kayıplar verdirmiştir. Burada saflaştırılan teknoloji de ikinci safhada yine canlı bombalarda olduğu gibi Ortadoğu coğrafyasına taşınmış ve ilk olarak Yemen'de kullanılmıştır.
İlave olarak yine Sri Lanka'da ilk kez uygulanan bir terör yöntemi vardır ki henüz buralara taşınmmış olmasa da sahip olduğu potansiyel sebebiyle gelecekte bu durum değişebilir: "dalgıç canlı-bomba". Yazının başında bahsi geçen ve liman içinde bütün gece boyunca devam eden sualtı patlamalarının sebebi de işte bu korkuydu!
Eğitim!
Peki bu dalgıç-canlı bomba gibi tehdiş yöntemlerinin ortaya çıkması nasıl oldu?
Adanın kuzeyinde yaşayan Hindu Tamiller, Hint topraklarına çok yakın olduklarından ihtiyaç duydukları bütün desteği de deniz yoluyla Hindistan üzerinden kolayca sağlayabilmekteydiler. Aradaki mesafe çok kısa olduğu için bunu yapabilmek kolay olduğu gibi Hindistan ile Sri Lanka arasında denizin çok sığ olması sebebiyle de Sri Lanka donanması bölgeyi büyük gemilerle kontrol edemiyordu. Böylece adanın güneyine hâkim olan Budist Sinhalalar ile olan hem din hem de ırk temelli bu iç savaş kolayca sürdürülebiliyordu.
Resim.5) Sri Lanka donanmasına karşı terör örgütü tarafından kullanılan ele geçirilmiş bir canlı bomba nakil vasıtası.[4]
Bu ihtiyacı fark eden İsrail kendisi için de üretmekte olduğu Dvora ve daha sonra Super Dvora türü küçük ve hızlı ama boyutlarına göre ağır silahlı sayılabilecek bu alüminyum tekneleri Sri Lanka'ya pazarlamaya başladı. Fakat zaten Sri Lanka özel kuvvetleri LTTE'ye karşı etkili olabilmek için İsrail tarafından hem eğitilip hem de donatıldığı için iki ülke silahlı kuvvetleri arasındaki yakın ilişkiler sebebiyle bu satış çok da zor olmadı.
Resim.6) Sri Lanka donanması tarafından patlamadan ele geçirilen bir el yapımı demirli mayın. 48kg ağırlığındaki bu cihaz 25kg TNT/ANFO patlayıcı içermektedir ve ateşlemesi mekanik (temas) tapa kullanılarak ve C4 ile yapılmaktadır.[4]
Tam bu noktada mevzuyu yukarıda bahsi geçen Hile Yolu adlı kitap ile birleştirmenin zamanı da geldi.
Söz konusu kitapta [3] ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı üzere iç savaşın en yoğun olduğu günlerde hem Sri Lanka özel kuvvetlerinin askerleri hem de LTTE örgütüne bağlı teröristler üstelik de aynı zaman diliminde ve aynı üs içinde İsrail ordusu tarafından eğitilmekteydi. Gerçek hayat hikâyelerinin film senaryolarının çok ötesinde olabildiğine dair güzel bir örnek değil mi?
İsrail ayrıca bir yandan LTTE'nin adanın kuzeyindeki deniz hakimiyetinin önüne geçebilmesi için Sri Lanka donanmasına Dvora Sınıfı küçük hücumbotları satarken diğer taraftan da LTTE üyeleri içinden seçilmiş kişilerden meydana gelen bir nevi terör özel kuvvetini(!) sadece Dvora'ları batırmak için eğitiyordu [3] ki LTTE bu sayede pek çok Dvorayı batırmayı başarabilmiştir ve bu durumda da Sri Lanka donanması yeni Dvora'lar sipariş etmek zorunda kalıyordu vesaire...
Aslında Sri Lanka iç savaşı konusu bunlardan da çok daha karmaşık bir yapıdadır ve tabii ki mesele İsrail'den ibaret değildir. İç savaş ile kolayca kurgulanan ve ülkenin istenen doğrultuda şekillendirilebilmesini ve iktisadî olarak yağmalanmasını sağlayan çalışmalarının ucu İsveç'e kadar uzanmaktadır, hani şu insan hakları deyince kendini yere göğe sığdıramayan ülkeye! Ama konuyu bu kadar genişletmeye gerek yok.
Resim.7) 2012/13 öğretim dönemi içinde ABD donanmasının NPS vasıtasıyla teknik eğitim verdiği deniz subaylarının dağılımı. Bizim açımızdan; son derece vahim!
Biz yine eğitime dönelim. Bahsi geçen kitap yayınlandığında Türkiye'deki durum da malûm olduğu üzere pek parlak değildi. Tabii bilhâssa o günün şartlarında bu kitabı okuyunca insanın aklına tıpkı Sri Lanka ve LTTE örneğinde olduğu gibi eğitim için devamlı olarak ABD'ye vesaire gönderilen Türk askerlerinin durumları ve orada da benzer uygulamaların meydan gelip gelmediği de kaçınılmaz olarak geliyordu.
Bu durumu belki günümüzde biraz daha iyi değerlendirebilmek mümkün olabilir; mesela bir örnek olarak 15 Temmuz gecesi, şehit Ömer Halisdemir tarafından gebertilen hain özel kuvvet generalinin geçmişini, aldığı eğitimleri(!) ve yaptıklarını tahmin edin...
Türkiye Cumhuriyeti bütün ordu yapılanmasını Nato'ya teslim ettikten sonra işler kaçınılmaz olarak giderek çığırından çıkmaya başladı. Kendini eğitemezsen seni eğitene tâbi olursun, bu kadar aşikâr. Meseleyi sadece askeri eğitim olarak görmek de eksik olur, (sözde) teknik eğitim de bu düzenin önemli bir parçasıdır. Sadece [Resim.7] bile anlamak isteyene yeteri kadar bilgi verebilir ki bu hususta birkaç ilave cümle daha okumak isteyen buraya tıklayabilir...
En azından bu genelağ sitesindeki içerik açısından konuşulduğunda, ikinci üçüncü ağızdan gelen bilgileri asla kullanmadığım rahatlıkla söylenebilir çünkü bu tür verilerin aktarılırken bazı ciddi hatalara sebebiyet verebilecek şekilde bilgi kaymalarına uğrama ihtimâlleri mevcut olduğu gibi söz konusu verileri doğrulamak da genellikle oldukça güç olabilmektedir.
Bu sebeple, her zaman olduğu gibi yine şahsen ve doğrudan tecrübe edilmiş, herhangi bir hata barındırmayan fakat içeriğin hassasiyeti sebebiyle bir miktar sadeleştirilmiş bir bilgi parçası ile makalenin son bölümünün tamamlanması düşünülmektedir.
ve Aksaz'da Yardımcılar!
Belki biraz daha iyi anlaşılabilmesine yardımcı olabilir umuduyla temelden başlanırsa; mezun olduktan sonra hemen asker alma dairesine dilekçe vererek önümdeki ilk dönemde askere alınmamı sağladım, aksi taktirde iki sene kadar beklemem gerekecekti ve meslek sebebiyle de doğrudan denizci yaptılar, kısa dönem er. Bu durumda bir aylık acemi eğitimi için gideceğimiz yer de belliydi İzmir, Poligon.
Burası son derece matrak bir yerdi, yaklaşık 220 civarında kısa dönem denizciden müteşekkil bir bölük ki bunlardan benimle birlikte sekiz on kadarı İTÜ ve Yıldız'ın Gemi Mühendisliği bölümlerinden ve Yüksek Denizcilik okulundan, doğal yollarla ve doğrudan meslek sebebiyle gelmişti ve geri kalanların tamamı ise Türkiyenin kaymak(!) tabakasındandı ki bunlardan torpili en hafif olanların amcası amiral, dayısı milletvekili falandı. Dolayısıyla İzmir'deki askerlik macerası bir aylık komedi filmi tadındaydı ama hâliyle buraları atlayacağız.
Eğitim adı altındaki bu dönemin sonunda nihayet dağıtım oldu ve on kadarımız Aksaz Deniz Üssüne gönderildi. Bütün bunları anlatarak konuya girmeme rağmen merak etmeyin mevzu doğrudan ve üstelik son derece vahim bir şekilde yukarıya bağlanacak, biraz sabır.
Şimdi konu bir kez daha yukarıda adı geçen Hile Yolu adlı kitap ile kesişecek. Kitapta bahsi geçen ayrıntılardan biri de türkçeye yardımcılar (veya belki gönüllü yardımcılar) olarak çevrilebilecek olan ibranice sayanim kavramı ve dünya çapındaki işleyişi [3] hakkındaydı. Burada anlatıldığına göre dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın bütün yahudiler ihtiyaç duyulan hâllerde İsrail istihbaratına her türlü yardımı yapmak zorundaydı ki kitapta uygulamalı örneklerle sistemin işleyişi ayrıntılı olarak anlatılmaktadır fakat merak edenlerin kitabı okuması gerekir çünkü ayrıntılardan burada bahsedilmeyecek. Neyse, işte ben de Aksaz'da tam olarak bu konuda yazılanları bizzât gözlemleyerek doğrulama imkânına sahip oldum.
Resim.8) Uzun zaman önce silinen Sayanim başlığına ait ingilizce wikipedia sayfası. Bu küçük ayrıntı wikipedia denen şeyin ne olduğu ve ne olmadığı hakkında yeterli ipucunu, anlamakta zorluk çekenlere belki verebilir. Yine de aynı konudaki fransızca içerik bugün için yayında...
Dağıtım izninden dönerek Aksaz'a teslim olduktan kısa bir süre sonra, aslında pek de beklenmedik bir şekilde Güney Deniz Saha Komutanlığından bir başka kısa dönem eri daha bizim birliğe gönderdiler.
Kısa dönem arkadaşlar arasında benimle kafa dengi sadece iki kişi mevcuttu, isimlerini vermeyeceğime göre onlardan memleketleri ile bahsetmek uygun olur; Trabzonlu ve Kütahyalı. Diğer yedi kısa dönem arkadaş Bağdat Caddesi ve Nişantaşı eşrafından olduklarından onlarla bizim pek bir ortak noktamız da mevcut değildi.
Sonradan gelen 11. de aynı eşraftan idi ama bir farkla, adı ve soyadı türkçe olsa da Türk değil yahudiydi ki onun da gerçek ismi yerine temsil ettiği mıntıkadan hareketle Bağdatlı ismini kullanalım. Kısa zaman içinde daha iyi tanıyabildiğimiz bu çocuk siyonist olduğunu ve Türklerden nefret ettiğini pek fazla gizleme gereği de duymayan bir yapıdaydı velhâsıl en azından iki yüzlü değildi. Çarşıya çıktığımızda tüydüğümüz mıntıka dışındaki İçmeler'de ısmarlanan iki biradan sonra daha da rahat konuşabiliyordu ;)
Benim yerim, Üs Komutanlığı binasının giriş katının kuzeye bakan cephesindeki teknik daireydi. Bağdatlı'yı da da tam üstteki bilgisayar odasına yerleştirdiler. Bilgisayar odası dediysek, içinde bir adet muhtemelen 80286 işlemcili, 640x480 siyah-beyaz ekranlı, disket sürücüsüne sahip bir bilgisayar, bir masa iki sandalye ve bir radyodan başka birşey olmayan bir odadan bahsediyorum. Zaman itibarı ile henüz ortalarda internet diye bir yapı mevcut olmadığı gibi zaten bütün tesis içinde sadece iki bilgisayar (diğeri muhasebe dairesinde) mevcuttu.
Bağdatlı'nın odası bizim için bir sığınak gibiydi sadece TRT FM dinlenebiliyor olsa da bir radyo ve bilgisayarda oynanabilen Prince of Persia o şartlar altında ister istemez çok değerli gibi hissediliyordu. Dolayısıyla üste görevli kısa dönemlerin fırsat buldukça takıldıkları mekân bu odaydı.
Günlerden bir gün odaya girdim. Bizimkinin önünde bir dosya vardı ve içindeki bilgileri bilgisayar ortamına aktarmayı henüz tamamlamıştı. Dosyanın üzerinde Çok Gizli yazılı ve içerikteki bilgiler Aksaz Üssüne ait bütün hava savunma sistemlerinin konumları, türleri, mühimmatları ve dahi bütün ayrıntıları, dağlar içindeki cephaneliklerin ayrıntıları vesaire... Üs komutanı bunu bana bizzât verdi dedi!
Bir süre sonra tam odadan çıkmıştım ki Kurmay Başkanı olan Yarbay aniden içeri daldı. Bağdatlının daha sonrasını anlattığına göre, Yarbay masanın üzerindeki dosyayı görünce dehşete kapılmış, bağırıp çağırmaya başlamış, sonra bunu ona üs komutanının verdiğini anlayınca birşey yapamasa da dosyayı alıp bilgisayara kaydettiği verileri silmesini istemiş o da silmiş ama sadece sabit disktekileri ki daha sonra söz konusu dosyanın bir kopyasının içinde olduğu disketi gülerek bize göstermişti. Sadece birkaç saat sonra, üstelik hafta ortasında, aynı günün akşamı Bağdatlı'nın cebinde bu disketle birlikte İstanbul otobüsüne binerek evci iznine gönderilivermesinde de pek fazla şaşıracak bir husus yoktu doğrusu...
|