Saymadım ama hayatımın erken dönemlerinde herhalde yüz, ikiyüz civarında roman okumuşumdur. Yaklaşık olarak on ila onyedi yaşları arasındaki bu dönemden sonra bu tür kitaplar okumak bana zaman kaybı gibi gelmeye başlamış ve edebiyatın farklı türlerine yönelme ihtiyacı hâsıl olmuştu.
Bu sebeple sonraki dönemde artık eğlence yerine öğrenme ve bilgi edinme isteği ağır basar gibi olunca çocukluktan beri en büyük ilgi alanım olan denizcilik ağırlıklı olmak üzere tarih, istihbarat ve siyaset, ilave olarak da hatırat ve biyografi tarzı kitaplarla zaman harcamaya başladım. Henüz saf bir şekilde bilginin değerli ve önemli olduğunu düşünüyordum...
Velhasıl tâkib eden onlarca sene boyunca bir daha roman okuduğumu hatırlamıyorum. Yalnız iki sene kadar önce kıymetli dostum, harbi denizkurdu Ali ile Adalar Denizinin güzel havasında, Kuzey-Güney istikametinde bir kez daha yelken açmış tatlı tatlı seyrederken Ali bi' ara "Kayığı limana bağladıktan sonra, dükkâna varınca sana iki roman vericem" dedi, "bunları kesinlikle çok seveceksin."
İlk olarak bunu oku dedi, aldım ve Puslu Kıtalar Atlası adlı kitabı bir çırpıda bitirdim. Bu müthiş eserin, insanın elinden bırakmasına engel olan çok etkileyici bir üslûbu vardı.
Fakat ikinci kitap olan Amat daha da başka birşeydi, muhteşem bir başyapıt! Gemi Akdeniz'in ortasında seyrederken, okuyucunun âdeta bıyıkları, kaşları ve kirpikleri üzerinde biriken tuzun kokusunu ve tadını dahi alabildiği bu kitap hakkında hakkıyla yorum yapabilmek bile çok zor bu sebeple lâfı daha fazla uzatmayıp diyorum ki "Amat'ı okuyun!".
Resim.1) Amat - Kitabın kapağı. Kapakta kullanılan resim yanlış hatırlamıyorsam II.Beyazıt dönemine ait bir minyatürde tasvir edilen Göke sınıfı Osmanlı savaş gemisi.
Yine de bu kitap ile alâkalı küçük ve tatlı(!) bir ayrıntı vereyim. Mâlûm irmik helvasını sevmeyen pek yoktur, doğumdan ölüme kadar da hayatımızdadır. Ben de yemesi bir yana bu helvayı pişirmesini de severim ve türlü türlüsünü de arkadaşlarla birlikte denemişliğimiz vardır.
İşte Amat'ın bir bölümünde bahsi geçen ve gemide dağıtılan denizci helvasını oradaki tarife göre yapmak da okur okumaz boynumuzun borcu oldu. Malzemeler kolay; kuyruk yağı, bal ve irmik. Yapılışı ise bilindiği şekilde ve sonuç ise (bence) muhteşem! Yalnız bunu yedikten sonra tırmanmak için oldukça yüksek bir duvara ihtiyacınız olabilir ;)
Türk Denizciliğinin Mezar Taşı!
Fakat Amat için söylenebilecek başka bir husus daha var. Yazarın kadim Türk denizcilik diline ve kültürüne olan hâkimiyeti (günümüz şartlarına göre) inanılmaz seviyede ve ülkenin güncel kültür yapısının çok ötesinde.
Belli bir yaşın üzerindeki denizcilerin herhangi bir sözlüğe ihtiyaç duymadan kitabı okuyabilmesine rağmen, gelen tepkilerden anlaşılabildiği kadarıyla sanırım gençler için aynı şeyi söyleyebilmek zor çünkü yakın dönem içinde gerek askerî, gerekse sivil denizcilik eğitiminin tarzancaya dönüştürülmesi ile ve bizzat bu eğitimi veren kurumlar tarafından alenen türkçenin ayak takımının aşağılık dili(!) muamelesi görmesi neticesinde, çok kısa bir süre sonra artık ne denizci türkçesini konuşup anlayabilen ne de böyle bir eser ortaya koyabilen hiç kimse kalmayacak gibi görünüyor. Evet öğrenme kapısı her zaman açık ama önemli olan hâlâ öğrenmek isteyenler olacak mı?
Böyle bir şart altında da elli uçak geminiz ve üzerinde bin F-35'iniz ve altında yüz denizaltınız, olsa ne yazar!
Kitaptan numunelik kısa bir alıntı da yapmalı; elime alıp rastgele ikiye ayırdım, gözüme takılan ilk paragrafı aşağıya yazdım:
...Süleyman Reis "Bilemediniz!" dedi. "Bu geminin üçüncü bir güverteye ihtiyacı yok. Daha sağlam direklere de, randa ve velena yelkenlerine de ihtiyacı yok! Demir toplara da ihtiyacı yok! Neye ihtiyacı var biliyor musunuz?"
Kırbaç Süleyman bir süre sustuktan sonra, "Bu geminin, emir verilmeden hangi manevranın yapılacağını kestiren, usta denizcilere ihtiyacı var!" dedi...
Her ne kadar yazar çok büyük ihtimâlle bunu asla görmeyecek olsa da İhsan Oktay Anar'a bu kıymetli eseri ortaya koyduğu için çok teşekkür ederim. |