Türk Deniz Kuvvetleri için altı adet yeni denizaltı satın alınmasına yönelik ihale 2008 civarında sonuçlanmıştı. Tercih edilen denizaltı modeli bizden önce inşasına başlanma sırasıyla Yunanistan, Güney Kore ve Portekiz'in yaptığı gibi Tip214/1.800 sınıfı oldu. Küçük bazı farklar dışında bu dört ülkenin denizaltıları eşdeğer kabul edilebilir. Aslına bakılırsa daha önceki denizaltı tedarik faaliyetlerinden farklı olarak hiç olmazsa bu kez bir uluslararası ihaleye gidilmeye çalışıldı.
Çalışıldı demek yanlış değil zira gerçek rekabet şartları oluşturabilecek bir ihale ortamının sağlanabildiğini söyleyebilmek mümkün değildi. İhaleye görüntüde sadece üç ülke katıldı; Almanya (HDW), Fransa (DCNS) ve İspanya (Navantia). O zaman diliminde tek yaptığı Fransız denizaltılarını lisans altında üretebilmekten ibaret olan İspanyanın ihaleye katılıyor görünmesi bile anlamsızdı.
Garip ama aslında Türkiye denizaltı inşa edebilme yeteneği açısından rahatlıkla İspanyadan ileride kabûl edilebilir. İspanya ise halen ilk denizaltı tasarımları olan, inşa etmekte oldukları S80'lerin sıkıntılarını çözmekle uğraşıyor. Ayrıntıları takip etmedim ama zaten İspanyanın teklif ettiği de aslında Fransız denizaltısı olmalıydı. Fransanın ise ihaleyi almak gibi bir niyeti yoktu ve bu hususta, diğer ülkelerdeki benzer ihalelere paralel olarak Almanya ile ortak hareket ettiklerini düşünmek yanlış olmaz. Diğer iki denizaltı ihracatçısı ülke ise ihaleye yaklaşmadı bile; İsveçin defteri zaten o yıllarda Almanya tarafından dürülmüştü. Rusya ise herhalde zaten sonucu baştan belli olan ve istenmediği bir ihale ile uğraşmak istemedi.
Resim.1) Güney Kore Donanmasına ait Tip 214/1.800 sınıfı denizaltılardan biri yüzeyde seyir halinde. Türk Deniz Kuvvetlerinin denizaltıları da bazı farklar dışında bu gemilere eşdeğer olacak.
Portekiz'de, Yunanistan'da ve Güney Kore'de Tip214 alımları ile ilgili ortaya çıkan derin yolsuzluklar [4] bir tarafa mevcut Tip214 tasarımının ciddi sıkıntıları olduğu da bilinen bir durum. Hem Yunanistan hem de Güney Kore yıllarca bunları çözebilmek için uğraştı. Ayrıca Tip 214'ün Türk Deniz Kuvvetlerinin ihtiyaçları açısından yeterli olup olamayacağı da tartışmaya açıktır. Bugün Alman denizaltı mühendisliği halâ 20.yüzyılın ilk yarısında dedelerinin bu alanda yaptığı çalışmaların ve kaydettiği büyük ilerlemelerin manevi mirasını yemeye devam ediyor ama kesin olan şu ki artık Almanyanın elinde o eski zamanlar seviyesinde bir mühendislik yeteneği mevcut değil. Tabii bu durum bizim gibi veya Yunanistan, Portekiz vesaire gibi 3.Dünya ülkelerinde istediklerini istedikleri zaman yapabilmelerine engel olmuyor.
İngilizlerin bir nevi atasözü var, futbol hakkında ki geçtiğimiz yaz bir kez daha doğrulandı;
Top 90 dakka döner dolaşır, sonunda hep Almanya kazanır!
Biz bu acı gerçeği milli(!) projelerimize de rahatlıkla uyarlayabiliriz; çünkü sonunda hep Almanya kazanıyor!
Aslında çok uzun zamandır 214'lerin tasarım sıkıntılarını gemi mühendisliği açısında ele almayı düşünüyordum ama böyle bir değerlendirmeyi hazırlayabilecek zamanı henüz bulamadım. Fakat son dönemde gündemden düşmeyen yeni tip denizaltı projesi ile ilgili haberler ve bu proje ile ilgili olarak söylenegelen uçuk yerli katkı oranı ile ilgili bir yazı yazmak daha kolay geldi.
Dillerden düşmeyen söz konusu %81'lik yerli katkı oranı aslında MSB'nin resmi açıklamasına dayanıyor ama bu açıklamanın daha dikkâtli değerlendirilmesi lâzım ki ne denmek istediği doğru olarak anlaşılabilsin. Eğer bunu doğru olarak anlayamazsak millet olarak zarar görmeye devam eder dururuz.
Evet bazı insanlar böyle sayılarla kendilerini kandırmaktan memnun olabilir, bazıları gerçekleri bilse de şahsi çıkarları gereği buna inanıyor görünmek isteyebilir, bazıları Türk milletinin zarar görmesinden memnun olabilir, bazıları bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyebilir, bazıları böyle davranmak zorunda kalmış olabilir, bazıları pes etmiş olabilir, bazıları karşı çıksa da ellerinden bir şey gelmeyebilir, kimileri iyi niyetli, kimileri de kötü niyetli olabilir vesaire... Bu noktada beni ilgilendiren sadece bir husus var; Türk milletinin çıkarları ki bu proje, biraz dikkâtlice ve önyargısız olarak bakıldığında görülebileceği gibi söz konusu çıkarlar ile çelişiyor.
Asıl konuya dönersek; MSB tarafından 29 Mart 2011 tarihinde yapılan 03 sayılı basın açıklaması madde.4 tam olarak şöyle; [3]
4. Bu projede ilk defa bu kadar kompleks bir silah sistemi için harcanan paranın %81'inin yerli üretim ve ofset şeklinde Türkiye'de kalması sağlanmıştır. Gerçekleştirilecek bu teknoloji transferi sayesinde, yurt dışına bağımlı kalınmaksızın gelecekte denizaltıların ihtiyaçlar doğrultusunda geliştirilmesi ve bakımı mümkün olacaktır.
Bu madde içindeki ilk cümle aslında duruma açıklık getiriyor; "... yerli üretim ve ofset şeklinde"
Mesele şu ki beyan edilen %81'in ne kadarının gerçekten yerli üretim olduğu özellikle belirtilmemiş çünkü bu değer ilerleyen satırlarda görülebileceği gibi aslında son derece düşük. Gerisi ise ofset adı verilen şey ki lastik gibi istenilen yöne çekilip uzatılabiliyor. Bırakın bu kadar yüksek bir teknoloji ürününü, Türkiye'de gerçekten %80+ yerli katkı oranına sahip olarak üretilebilen son kullanıcıya yönelik herhangi sıradan bir sanayi ürünü mevcut mudur acaba?
Devam eden ikinci cümlede ise teknoloji transferi (TT) olarak adlandırılan masaldan bahsediliyor. Peki hangi teknoloji transfer ediliyor; mesela adamlar size denizaltı pervanesinin nasıl tasarlandığını ve imâl edildiğini mi öğretecek? Çeliği nasıl ürettiklerini mi? Motorları nasıl yaptıklarını mı? Yakıt hücrelerinin sırlarını mı?..
Bu TT masalları ile bizim gibi ülkeleri çok güzel uyutuyorlar. Bugün hemen hemen herkes biliyor ki teknoloji transfer edilemez, üretilir ve bu da sadece ve sadece çalışarak mümkün olabilir. Eğer herhangi bir faaliyette ısrarla TT'den bahsediliyorsa orada bir kazık yiyeceksiniz demektir. Her şey bir tarafa bu adamlar aptal mı ki çok büyük emeklerle ve maliyetlerle geliştirdikleri ve dünyaya pazarladıkları herhangi bir teknolojiyi bize öğretsin ve üstelik kendine yeni bir rakip ortaya çıkartsın.
Gerçek dünyada böyle bir şey yok ve aslında tam tersi söz konusu, mesela konumuz denizaltılar olduğuna göre bu alandan bir örnek verirsek; Almanların en büyük rakiplerinden İsveçi uluslararası denizaltı pazarından silmek için neler yaptıklarını ve bu taşla kaç kuş (burada bahse konu olan proje dahil!) vurduklarını okumanız tavsiye edilir. Çıkarlarını korumak için başka bir ülke üzerinde böyle film gibi bir operasyon yapanlar size teknolojilerini mi transfer edecekler?
Ve açıklamadaki yine madde.4'e ait son birkaç kelime de hedefi belli ediyor;
"yurt dışına bağımlı kalınmaksızın gelecekte denizaltıların ...bakımı mümkün olacaktır."
Yani söylenen müthiş yerli katkı oranına rağmen hedefimiz bakım yapabilmek! İspanya bile belki ancak %10-15 kadar yerli katkı üretebilmesine rağmen kendi milli denizaltısını inşa etmeye çabalarken biz %81 ile bakım mı hedefliyoruz? Üstelik bu alanda aslında İspanyadan daha yüksek yapabilme bilgisine ve yeteneğine sahip olmamıza rağmen! Ya da başka bir ifadeyle bize biçilen gömlek bu mudur?
Şimdi düşünebilirsiniz ki bizim de Milden projemiz var. Doğru ama o projenin kaderi bu proje ile doğrudan alâkalı. Milden konusunu daha sonra ayrı bir makalede ele almaya çalışmak daha uygun olacaktır.
Doğrusu yerli katkı oranını daha iyi inceleyebilmek için öncelikle montaj işçiliğini göz ardı etmek gerekir. Kit olarak satın alınan bir ürünü mesela bir dolabı eve getirip verilen talimata göre kurmak pek önemli bir iş değil, doğası gereği herkes tarafından yapılabilir ve sonuç olarak bu yöntem ile asıl kazanan daima tasarımcı/üreticidir. Bu açıdan bakıldığında evinizde kurduğunuz dolap ile denizaltı inşa etmeniz veya akü üretmeniz arasında bir fark yoktur.
1990'ların bir döneminde, henüz özelleştirilmeden önce, Erdemir'in ürettiği çelik miktarı ile Türkiye'deki özel sektörün ürettiği toplam çelik miktarı hemen hemen eşitti. Fakat özel sektör bu üretimi yaklaşık 1.000 kişi ile sağlarken Erdemir 10.000(!) kişi ile elde edebiliyordu. Elde böyle kesin ve ölçülebilir bir veri yok ama herhangi bir devlet tersanesi için daha da kötüsü söz konusuydu. Devlet tersanelerindeki içler acısı durumu ancak gören, yaşayan bilir, anlatmakla anlaşılabilecek ya da inanılabilecek gibi değil...
Velhasıl yeni tip denizaltı projesi için de imalât/montaj işçiliğini hesaba katmak maliyet açısından yerli katkı oranının gerçek dışı seviyede yükselmesine sebep olacaktır. Kaldı ki bu tür montaj işçiliği kendi çapında önemli olmakla birlikte böyle bir yüksek teknoloji projesi için öncelikli bir değere de sahip değildir. Bu nedenle montaj işçiliğini yerli katkı hesaplarına dahil etmemek daha uygun olacaktır. Eğer bu proje için değerli olan işçilikten bahsedilmesi gerekirse o da tasarım mühendisliğidir.
Aşağıdaki çizelge.1'de görülebileceği gibi denizaltının aküleri aslında Almanya'dan alınıyor ama imalâtları muhtemelen Türkiye'de yapılacak. Buna sevinmeli miyiz? Yukarıda açıklanan mantıkla düşünüldüğünde ortada gerçek bir yerli katkı aslında yok ama kağıt üzerinde var. Tam olarak bu mevzu TT hikayesini açıklayabilmek için de güzel bir numune olabilir:
Uzun seneler önce Gölcük tersanesinde o zamanlar inşa edilen denizaltılara paralel olarak Almanya'dan yine sözde teknoloji transfer edilerek(!) bir kurşun-asit akü fabrikası da kurulmuştu. Ama bu defa yeni inşa edilecek denizaltılarda Sodyumsülfür teknolojisine dayalı yeni nesil aküler kullanılacağı söyleniyor. Eğer bu doğru ise, aküler yine aynı fabrikada kağıt üzerinde yerli olarak imâl edilecek ama teknoloji, tasarım, malzemeler vesaire yine Almanya'dan alınacak.
Eğer TT denen şey gerçek olsaydı ilk yapılan yatırımın ardından bugün ihtiyaç duyulan yeni nesil akülerin söz konusu tesis tarafından tamamen milli olarak tasarlanıp, geliştirilip imâl edilebilmesi gerekmez miydi? Takip edecek olan Milden projesi için de muhtemelen Lityum-İyon veya benzer teknolojiye sahip daha gelişmiş akülere ihtiyaç olacak ve bu yaklaşım sürdüğü müddetçe aküler yine Almanya'dan alınacak ama yerli imalat gibi görünecek. Görüldüğü gibi bu TT masalları böyle uzayıp gidiyor...
İhale sonuçları açıklandıktan sonra gelen eleştiriler üzerine SSM'nin resmi cevabı şöyleydi: "...Biz denizaltı ihalesiyle, Almanya'dan sadece tasarım alıyoruz. Bunun dışındaki her türlü gereksinim Türkiye'de imal edilecek." [8]
Kısaca belirtmek gerekirse herhangi bir denizaltı projesi için en önemli bileşen zaten tasarım ve mühendisliktir ve projenin kabaca dörtte üçü eder! Bunu yapamadıktan sonra gerisinin pek bir anlamı da kalmaz ama varsayalım kaldı:
Şimdi kamuya açık, somut, ölçülebilir, açık-seçik verileri ele alalım ve okuyucu gerçek yerli katkı oranının ne seviyede olduğuna kendi karar verebilsin. Bir denizaltıyı denizaltı yapan bütün temel bileşenleri ve bu bileşenlerinin kökenlerini bir çizelgede kolaylıkla toplayabiliriz:
Bileşen |
Üretici |
Ülke |
Tasarım |
HDW |
Almanya |
Mühendislik |
HDW |
Almanya |
Mukavim Tekne Malzemesi |
? |
(Doğu) Almanya 1 |
Dizel Jeneratörler |
MTU |
Almanya |
Elektrik Motoru |
Siemens |
Almanya |
Pervane |
MMG (?) |
Almanya |
Aküler |
Exide
|
Almanya |
HBT Sistemi |
Siemens |
Almanya |
Sonarlar |
Atlas Elektronik |
Almanya |
Savaş Yönetim Sistemi |
Atlas Elektronik |
Almanya |
Periskoplar |
Carl Zeiss |
Almanya |
Torpil Kovanları |
HDW |
Almanya |
Torpiller |
Raytheon |
ABD |
Füzeler |
Boeing |
ABD |
Çizelge.1) İşte bir denizaltıyı meydana getiren bütün temel bileşenler. Gerçek yerli katkı oranı: %0 !
Bu dışa bağımlılık çizelgesi muhtemelen cıvatalara ve somunlara, kaynak elektrotlarına vesaire kadar uzar gider ama bu kadar uzatmaya da pek gerek yok...
Peki bu projede yerli katkı sayılabilecek çalışmalar nelerdir;
- Mukavim tekne kubbelerinin (belki) imâlatı ve işlenmesi
- Belki çapa, ırgat, zincir, babalar gibi harici ve talî donanımlar
- Muhtemelen üstyapı kompozitleri
- Bazı elektronikler
- Bazı yazılım bileşenleri
- Torpido Savunma Sistemleri (Tabii buna yerli katkı denirse!)
- Sıvı oksijen sarnıcı 2
- Ve Almanların izin verdiği muhtelif ıvır zıvır işler
olarak tahmin edilebilir. Yukarıda sıralanan bu çalışmalar da tabii ki değerli ve önemlidir. Mesela bugün kendi denizaltı tasarımını inşa etmekte olan İspanya madde.1'de belirtilen, hassas ve zor bir iş olan mukavim tekne kubbelerinin üretimlerini kendisi yapamamakta ve İngiltere'ye yaptırmaktadır. Eğer kubbeler burada imâl edilirse değerli bir iş olur.
Bununla birlikte bütün proje ele alındığında yerli katkı toplam çalışmanın sadece çok küçük bir bölümünden ibarettir. Eğer ülke ve millet olarak yapabileceklerimiz bunlarla sınırlı olsaydı söylenecek bir lâf yoktu. Elimizden gelen budur derdik ve otururduk.
Fakat tam bu noktada ifade etmek gerekir ki aslında bundan çok daha fazlasını yapabilme yeteneğine sahip olmamıza rağmen bu yeteneğin kullanılamaması ya da kullanılmak istenmemesi böyle bir yazıya ister istemez zemin hazırlamış oldu. Bu ülkede 40-50 sene önce bile bu projeden daha yüksek yerli katkı oranına sahip, en azından tasarımı ve mühendisliği büyük ölçüde bize ait denizaltılar inşa edilebilirdi...
Velhasıl sadece denizaltıyı meydana getiren çizelge.1'deki başlıca kalemler ile yukarıdaki muhtemel yerli katkı maddeleri birlikte değerlendirildiğinde bile bugün için denizaltının gerçek yerli katkı oranının (işçilik hariç) maliyet olarak, teknolojik olarak hatta psikolojik olarak iyimser bir bakışla bile belki ancak %5'e ulaşabileceği iddia edilebilir, maalesef hepsi bu.
Yazının kapanışını bu kez bir başkasına, Ord. Prof. Atâullah Nutku'ya bıraktım; [2]
1934 yılına kadar yurtiçi ve yurtdışında çeşitli tersanelerde çalışarak mesleki tecrübesini artıran Nutku, 45 yıllık bir aradan sonra ilk kez ülkemizde yeni bir geminin inşası için izin aldı ve bütün engelleme çabalarına karşın 1935 yılında gemiyi denize indirmeyi başardı. Nutku o günleri şöyle anlatıyor:
"Biz Cumhuriyet devri ilk gemisinin omurgasını Gölcük Tersanesinde 1934 senesinde kızağa koyduk. Gemi yapmak için 1870 yapısı bir zımba/makas tezgahımız vardı ve bir de levha eğmek için dikey bir kaytan dişli şafta bağlı manivelayı bostan dolabı gibi iki başından çekerek kullandığımız pres yapmıştık.
Bütün bahriye gemi yapabileceğimize inanmıyor, hatta mani olmaya çalışıyordu...
Gemiyi yapma emrini de Bahriye'yi atlayarak zamanın Milli Savunma Bakanı Zeki Apaydın'dan almıştık.
Sonra "perçinleri yağ sızdıracak dediler,"...
"bakalım istenen sürati yapabilecek mi?" dediler...
Fakat gemiyi başarı ile yaptık ve denize indirdik. "
Geminin ikmâlini engelleyenleri de iki yıl kadar süren bir çabadan sonra aşan Nutku, Eylül 1937'de gemiyi İstanbul'a getirdi ve bu başarısı nedeniyle dönemin Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak tarafından takdirname ile ödüllendirildi.
Sonrası mı? Batı en azından 150 senedir bizi bize kırdırmayı çok iyi başarıyor...
|