Sitenin yayına başladığı 1997'den bu yana geçen uzun yıllar boyunca bahsedip etmemek konusunda ikilimde kaldığım bazı asap bozucu mevzular vardı ki ancak 15 Temmuz hâdisesinden sonra kesin olarak ele almaya karar vermiştim. Zaten yakın dönemde yayınlanan birtakım içeriklerin de tam bu sınıftan olduğunun farkındasınızdır.
Temel olarak şimdiki mevzu Türk Deniz Kuvvetleri tarafından Doğan Sınıfı olarak tanımlanan hücumbotların [Resim.1] gerçek hikâyesidir. Ama tabii kökünde gâyet karanlık, ancak az sayıda kişi tarafından bilinen ve bilenler tarafından da umursanmayan bu konunun ayrıntılarıyla doğrudan ilgili hem tarihi hem de güncel çapraz bağlantılar da ister istemez içeriğe dâhil olabilir.
Almanlar tarafından FPB57 olarak tanımlanan ve Türkiye'ye yapılanlar dâhil dünya çapında gerçekleşen büyük satışlarla onlara milyarlar kazandıran ve hâlen kazandırmaya da devam eden bu güdümlü mermili hücumbotlar hakkında ele alınabilecek çok ilgi çekici ayrıntılar mevcuttur ki burada hepsinden bahsedilmesi düşünülmüyor aksi taktirde içerik fazlasıyla uzayabilirdi.
Yine de 1970'lerdeki başlangıç noktasına ait birtakım önemli hususlar ele alınmalıydı ki bugün hâlâ işleyen düzenin gerçek yapısının insanlar tarafından anlaşılabilmesine yardımcı olunabilsin ama tabii kimin ne anlayacağı davul, zurna, saz ve sivrisinek kapsamında olacaktır...
Kılavuzu mikipedya olanın hâli, karga olandan beter sayılabileceğinden ve insanoğlu artık neredeyse tamamen sosyal(!) medya vasıtasıyla sevk ve idare edilir hâle geldiğinden, vaziyet hiç iç açıcı görünmese de yarının ne getireceğini bilemeyeceğimize ve ümitsizlik yasak edildiğine göre, hiç olmazsa elden geleni yapmaya çalışmak mecbûrî istikâmet gibidir ve sadece bir tek kişi bile bunu okuyup anlarsa yazmaya değdi demektir.
Resim.1) FPB57-001: TCG Doğan (P340) ve hemen sancağında ikincisi: TCG Martı (P341)
Velhasıl FPB57 gemilerinin tarihini araştırdığınızda bütün kaynaklarda aslında bir nevi kopyala ve yapıştır şeklinde yayılarak kendini tekrar eden, dikkâtlice eksik bırakılmış ve saptırılmış verilere ulaşırsınız.
Zamanla buradaki gibi sıradan(!) numune de dâhil bütün bu sayısız küçük ve çarptırılmış ayrıntıların mutlak gerçeklik olarak çok geniş kitleler tarafından kayıtsız-şartsız doğru kabul edilir hâle gelmesiyle de toplum mühendisliği açısından önemli bir hedefe ulaşılmış olur ki çok geniş ölçekte düşünüldüğünde mikipedya, feysbok vs. gibi yapıların topyekûn insanlığı hedef aldığı ve bu doğrultuda çok istikrarlı(!) ve şeytanî bir bilinç ile ilerlendiği ifâde edilebilir.
Daha fazla dağıtmadan, FPB57'nin elinizin altındaki herhangi bir kaynakta pek rastlayamayacağınız gerçek hikâyesine dönelim. Bu noktadan sonra kendi cümlelerim yerine sözü Erbil Hayri Serter'e bırakıp, doğrudan [1] üzerinden gerçekleştirilecek alıntılarla1 devam edilmesi daha uygun olacaktı ki alıntılar kırmızı ile yazılacaktır, başlayalım:
... 1968'de SACM2 beni Le Bourget havaalanında açılan Fransız Deniz Kuvvetleri'nin organize ettiği ilk Expo Naval adlı sergiye davet etti. Bu sergide teşhir edilen ve satıhtan satıha atılan ve satte 1.000km giden Exocet adlı bir füze, ufak 300-400 tonluk hücumbotlara dahi monte edilebiliyordu...
Aklıma bir Exocet füze sistemiyle donatılmış 300-400ton deplasman ağırlığında bir hücumbotu dizayn etme fikri geldi... Fransız motor firmasına bu sahada büyük bir pazar bulunduğunu ve ilk prototip botu yapabilirsek çok daha fazla bot, dolayısıyla motor satılacağını izah ettim. Bu yüzden ilk bot için motor sistemini bila bedel vermelerini önerdim...
Düşüncem ... eski tersanem Taşkızak'ta böyle bir hücumbotun prototipini inşa etmekti. Dizaynını yapmayı düşündüğüm bu teknenin plan, proje ve tahrik sistemini Deniz Kuvvetleri'ne bila bedel vereceğimize dair bir mektup yazarak Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu'na postaladım.
Deniz Kuvvetlerinde de klasik hücumbotlar üzerinde bazı çalışmalar olduğundan, Oramiral Celal Eyiceoğlu'ndan çok müspet bir cevap aldım ve Ankara'ya davet edildim...
Yalnız ortada çok önemli bir sorun vardı. Deniz Kuvvetleri ... bir hücumbotun prototip olarak Türkiye'de inşasına karşı çıkıyor, benden tüm silah sistemleri ve güdümlü mermileri monte edilmiş bir hücumbotun önce Fransa'da bir tersanede, Fransız Deniz Kuvvetleri kontrolünde inşa edilerek rüştünü ispat etmesi isteniyordu...
Bunu teyit eden resmi bir mektup, Kurmay Başkanı Koramiral Hilmi Fırat imzasıyla bana yollandı... Bu arada bu hücumbot projesi ile başka deniz kuvvetleri de ilgilenmeye başlayınca, İstanbul'a veda edip bu işleri yürütmek üzere Fransa'ya taşındım.
SACM'de çalışan Fransız Deniz Kuvvetleri'nden ayrılmış bir dostumun yardımıyla SFCN3 adlı bir tersane ve Fransa'nın tanınmış uçak yapımcılarından Marcel Dasssult'un oğlu Serge Dassasult'un sahibi olduğu EMD4 isminde (aynı zamanda Exocet'in arama radarının yapımcısı) elektronik ve atış kontrol sistemleriyle ilgili tüm meseleleri yürütecek ve koordine edecek bir firma buldum.
Bu şekilde hücumbot projesi için gerekli tersane, motor yapımcısı, elektronik sistem imalatçısı ve bunların koordinasyonlarını yapacak kişileri biraraya getirmiştim. Bu proje için Fransa'da da gerekli destekleri oluşturmuştum... Sonuçta 400 tonluk PR72 adlı hücumbot projesi tamamlanarak, Türk Deniz Kuvvetleri'nin istediği tarzda ve istediği garantilerle hazır oldu.
Bu projenin Türk Deniz Kuvvetleri'ne takdimi için Serge Dassasult ile birçok toplantı yaptım ve birlikte Ankara'yı da ziyaret ettik. Bu arada Deniz Kuvvetleri de kontrat müzakereleri için Koramiral Hilmi Fırat başkanlığında bir heyeti de Fransa'ya yolladı.
Tüm bu ziyaretlerin başarılı geçmesine rağmen, gerek Ankara'da gerekse Paris'te yapılan görüşmeler basit sebeplerle uzuyordu. O sırada Türk Deniz kuvvetleri Komutanı değişmiş, Oramiral Eyiceoğlunun yerine Oramiral Kemal Kayacan tayin olmuştu...
1973 yılı başlarında Kayacan Amiral beni tekrar Ankara'ya çağırdı... Kendisine göre Exocet yerine ABD Deniz Kuvvetlerince geliştirilmekte olan Harpoon sisteminin daha uygun olacağını, projeyi muhtemelen Almanya'da realize etmek istediğini... söyledi.
1973'te Türk Deniz Kuvvetleri, Alman Lürssen tersanesiyle anlaşarak, benim projeme oldukça benzeyen, FPB57 botlarını Almanya'ya sipariş etti.
Bu arada PR72 projesi ilk siparişini Fas Deniz Kuvvetlerinden ve sonra da başta Peru olmak üzere, muhtelif deniz kuvvetlerinden aldı. Fransızlar bana türlü güçlükler çıkartarak bu botlardan olan haklarımı değişik şekillerde sonradan ödemek durumunda kaldılar.
...Ama sonradan olan bazı gelişmeler beni yine hayli şaşırttı. O tarihlerde Gemi İnşa Daire Başkanı olan Albay Orhan Gürel'le 1980'li yıllarda Taşkızak'ta bir törende tesadüfen görüştüğümüzde, denize indirilmekte olan FPB57 hücumbotunu göstererek, boyunun 58m 10cm olduğunu gülerek tekrarlıyordu. Benim PR72 projem ise tam 58m boyunda bir dizaynı kapsıyordu. Albay Gürel'in şaka niyetiyle söylediği bu lafları, ben de o zaman hafife aldım.
1985 yılında Taşkızağı tekrar ziyaret ettiğimde, yine tesadüfen o zaman emekli olmuş eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Hilmi Fırat'la karşılaştım...
O gün Tersane Komutanı Tuğamiral Naci Gözübüyüğü ziyarete gelmiş olan Oramiral Fırat, duvarda resmi asılı FPB57 hücumbotunu göstererek bana "Bak, bu senin eserin" dedi. Benim bu sözü pek anlayamadığımı ve FPB57 projesiyle hiçbir ilgim olmadığını söylemem üzerine, bana Lürssen tersanesinin böyle çelik gövdeli, 400 tonluk, Türk Deniz Kuvvetlerinin ihtiyaçlarına göre dizayn edilmiş tam bir proje ve hücumbot hakkında bilgileri olmadığını ve bu dizaynı o şartlarda hazırlamalarının çok vakit alacağını bildirmesi üzerine, (PR72 projesinin hazırlanması bir buçuk yılımı almıştı) benim Ankara'ya verdiğim PR72 projemle ilgili bütün resim, plan ve teknik dokümanları büyük bir koliyle Almanya'ya yolladığını anlattı. Amiral Fırat, Lürssen firmasının benim projemi kullanıp FPB-57'yi ortaya çıkardığını bana açıkça söylüyordu...
1980'li yılların sonunda Lürssen firmasının sahipleriyle, başka bir konuyla ilgili olarak Almanya'da Vegensack'ta bir toplantı yaptım. Toplantı esnasında bu konudan bahsettiğimde, başta Frederich Lürssen olmak üzere herkesin yüzü ekşidi ve Lürssen yöneticileri bir daha benimle temas kurmadılar.
Türkiye'nin satın aldığı FPB57, sınıfının ilk botu olarak 001 rumuzunu taşıyordu. Lürssen bu botlardan Türkiye'de toplam 10 adet, dünyada diğer deniz kuvvetlerine de 40 adet civarında sattı5.
Türkiye ve Türk Deniz Kuvvetleri projenin hakiki sahibi olduğunu bugün bile tam anlamış değildir. Bu proje 1968 yılında tarafımdan tasarlanmış olmasına rağmen FPB57 projesinde adım geçmez...
Alman devletinin içinde yaşadığımız bu ülke/devlet üzerindeki hâkimiyetinin dehşet verici seviyesi hakkında fikir sahibi olabilmek için sadece bu kısa içerik bile tek başına fazlasıyla yeterli değil midir? Ve bugün durumun gerçekten de farklı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Belki de daha dikkâtli düşünmek gerekli...
Kısa bir süre önce kıyakçılığın sonundan bahsedilmişti ama gerçek hayattaki numunelere bakıldığında ayakçılığın en kötü akıbet olmadığı da anlaşılabiliyor. İşte hemen yukarıda bahsi geçen hücumbot projesinin, tasarımı gerçekleştiren Türk'ten gasp edilerek almanlara verilmesi ve üstelik onların da Türkiye'ye ait bir projeyi Türkiye'ye satması(!) şeklinde özetlenebilecek döngünün (durum itibârı ile ister istemez) sorumlusu olarak görülen kişinin eninde sonunda yine Almanya tarafından ortadan kaldırılması son derece dikkât çekici ve ibretlik bir ayrıntı değil de nedir?
Ama geçmiş geleceğin aynasıdır demezler miydi? İttihat ve Terakkinin baş aktörlerinden Talat Paşanın devlet battıktan sonra tası tarağı toplayıp beklendiği üzere, kendini en güvende(!) hissedeceği yer olarak gördüğü Almanya'ya kaçmasından kısa süre sonra başına gelenleri ve akabinde gerçekleşen alman hukuk tiyatrosunu da hatırlamamak elde değildi.
Maalesef bu gibi konularda malzeme sıkıntımız yok, bir kere daha [1]'de dönüp ikinci bir benzer olaydan daha bahsetmek, konuyu pekiştirmek açsından faydalı olabilir:
... bunun üzerine derin-V prensiplerine dayanan bir hücumbot dizaynı yapabilir miyim diye düşünmeye başladım. Bunun için İngiltere'de ... yaptığım araştırmalar ve havuz tecrübeleri iyi sonuçlar vermişti. Bu konuyla ilgili olarak ... alman Abeking-Rasmussen tersanesiyle temasa geçtim. Tersanenin sahibi Hermann Schaedla ile yaptığımız bazı görüşmelerden sonra, Abeking'den bir heyet İngiltere'ye geldi... Gerek denizde, gerekse havuzda yaptığımız tecrübeler, bu tekne formunun, bilinen formlara göre bariz bir denizcilik üstünlüğü olduğunu gösteriyordu.
Araştırma şirketim Hydro Engineering Systems ile Abeking-Rasmussen tersanesi arasında bir lisans ve royalty anlaşması yapılarak 33m'lik bu dizayn çalışmamın tüm haklarını Abeking'e sattım. 165 ton maksimum deplasman ağırlığındaki bu dizayn zamanın en büyük derin-V formlu tekne özelliklerini taşıyordu. SAR33 rumuzlu bu projeyi (Serter Abeking Rasmussen) Türkiye ve diğer bazı ülkelere almanlar, yani Abeking firması takdim etti.
Benim yapacağım bir dizaynın Türkiye'de Deniz Kuvvetlerince kabul edilmesi hemen hemen imkânsızdı. Bir alman proje ve dizaynı olarak takdim edilen SAR33 botları ... Sahil Güvenlik Teşkilatı için uygun görülerek kabul edildi ve Abeking'le bir kontrat yapıldı.
Yeteri kadar içiniz sıkıldı mı? Artık diğer benzer mevzuları bir tarafa sallayıp doğrudan 2018'e gelelim de bu yazı bir son bulsun.
Mesela bugün için Türk Deniz Kuvvetlerini, gerek suüstü ve gerekse sualtı tahrik sistemleri açısından, üstelik kısa denilebilecek bir zaman dilimi içinde neredeyse tamamen (Almanya'dan) bağımsız hâle getirebilme potansiyeline sahip en az dört farklı girişim mevcut ama hiçbiri ilerleyemiyor ve görünen o ki ilerleyemeyecek. Neden ilerleyemediği sorusunun cevabı da aslında yukarıda kendini belli etmiş oldu.
Bu sahalarda birşeyler yapmaya çalışan arkadaşlar da oynanan oyunun gerçek kurallarını göz ardı ettiklerinden olsa gerek, başlarına ne geldiğini tam olarak anlayamıyorlar gibi görünüyor. Ve biz ise zaten sadece kürekle ilgilenip, eşi görülmemiş bir toplumsal uzlaşmayla bütün bu işleyişin mükemmel(!) olduğunu düşündüğümüz müddetçe ne değişebilir ki?
|