Lingua Franca tâbirini, zamana ve mekâna bağlı olarak değişim gösteregeldiği hâliyle; farklı ana dillere sahip milletlerin aralarında anlaşmak için kullandıkları bir ortak dil olarak tanımlayabiliriz. Bu terimi tâkiben yazıya konu olan kitabın başlığını meydan getiren diğer ifade olan Levant ise kesin olarak belirli bir sınıra tâbi olmasa da Doğu Akdeniz kıyıları ve yakın çevresi olarak tanımlanabilir.
Velhasıl bu kez kısaca tanıtılacak kitap "The Lingua Franca in the Levant - Turkish Nautical Terms of Italian and Greek Origin" adlı eserdir. Görüldüğü gibi kitap her ne kadar tamamen türkçe ile alâkalı olsa da ingilizce olarak kaleme alınmış ve yayınlanmıştır.
Kitabın ingilizce başlığının ifâde ettiği üzere içerik, Türkçe Denizcilik Terimlerinin kökenlerini inceleyen etimolojik bir çalışmadır. Doğrusunu söylemek gerekirse 752 sayfalık bu son derece kapsamlı eser için gerçekleştirilen çalışmanın cüssesi karşısında hayrete, hatta dehşete düşmemek elde değil dense yeridir.
Üç yazar tarafından hazırlanan kitap, temelde avusturyalı bir türkolog olan Andreas Tietze (1914-2003) ve ilave olarak alman asıllı Henry Kahane (1902-1992) ile yunan asıllı zevcesi Renée Kahane (1907-2002) tarafından hazırlanmıştır. Tietze 1937'de mâlûm sebeple Viyana'dan İstanbul'a göç etmiş ve 1938 itibarı ile İstanbul Üniversitesinde çalışmaya başlamıştı.[2]
Aslında bu kitabın ilk baskısı 1958'de ABD'de Illinois Üniversitesi'nde yayınlanmıştır.
Yazarlar, bu çalışmadaki temel hedeflerinin Akdeniz havzasının dil temelli kültürel bütünlüğünü göstermek olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte, her ne kadar harcanan emek büyük olsa da aslında pek şaşırtıcı olmayan bir şekilde ortaya konan tek yönlü ve şarkiyâtçı bakış açısı da hissedilmektedir.
Kitabın başlığında tercih edilen Levant1 ifâdesi tam da bu açıdan son derece dikkât çekici bir ayrıntı olarak kabûl edilebilir ki aynı ifâdenin arapçası olan Maşrık belki size daha tanıdık gelebilir zîrâ müellifi Süleyman Çelebi olan Mevlid-i Şerif içinde bahsi geçtiği için bu kelimeye kulağınız daha aşinâ olabilir, hatırlamak için Mevlid içinden bu bölüm belirtilirse:
... Üç melek gördüm elinde üç âlem Bîri maşrık bîri mağrib'de anın Bîri dâmında dikildi Kâbe'nin ...
Mağrib ise Maşrık'ın batısında, bugünkü coğrafi dağılıma göre tanımlanırsa, Mısır'ın batısında kalan Akdenizin Kuzey Afrika kıyıları olarak ifâde edilebilir ama konu fazla dağılmasın...
Resim.1) The Lingua Franca in the Levant adlı kitabın kapağı.[1]
Zamanın akışı içinde ve doğal bir süreç ile türkçedeki denizcilik terimlerinin pek çoğu başka dillerden geçmiştir ve tabii ki bu utanılacak birşey değildir kaldı ki bu noktada asıl önemli olan kabaca bin senelik bir dönem içinde özgün ve çok zengin bir türkçe denizcilik dilinin gelişmiş olmasıdır. Fakat ne yazıktır ki 1952 (Nato'ya giriş) ile başlayan sadece çeyrek asırlık kısacık bir dönem içinde bu zengin dil, üstelik bilinçli olarak büyük ölçüde yok edilmiştir!
Kelimelerin diller arasındaki dolaşımı başlı başına ilgi çekici hikâyelere sahiptir ve yapısı gereği denizcilik dili çok daha şaşırtıcı bir sahadır.
Örneğin Tersane kelimesinin türkçe'ye italyanca'dan geçmiş olabileceği öne sürülüyor. Diğer taraftan bu kelime, latin dillerine Arsenale haliyle arapça Daar-üs Sına kelimesinden türemiş ve daha sonra ingilizce'ye (Arsenal) kadar başka dillere de yayılmış ve zamanla anlam kaymalarına da uğramıştır vesaire...
Batı insanının adeta iğneyle kuyu kazar gibi, şu veya bu itici güç sebebiyle, çalıştığı herhangi bir konuya adeta bütün hayatını vakfetmesi delice görünebilir ama sonuca bakıldığında, bütün bu insanların harcadıkları emekler birleştiğinde, Doğu insanı onların karşısında aşikâr olduğu üzere perişân bir hâle düşmekten de kurtulamamıştır. Emekliliğe tapan, bir takla kadar güç harcayıp çalışmaktansa, çalışmamak uğruna kırk takla atmayı tercih eden, elindeki işi, karşılığında ne verilirse verilsin layığı ile yapmak arzusunda olmayan toplumların, azimle ve kendi çerçevesinde dürüstçe çalışanlar karşında durumu başka ne olabilir ki!
İşte bu kitap da hazırlanmasında harcanan emek göz önüne alındığında, kendilerine tamamen yabancı bir kültüre, o kültürün gerçek sahiplerinden çok daha iyi ve etkili bir şekilde, böylesine nüfûz edebilenlerin azmini ve kararlılığını yansıtması açısından da çok dikkât çekicidir. Bu açıdan çok sayıda farklı örnek de kolayca gösterilebilir, mesela daha önce bahsi geçen Teşkilât-ı Mahsusa hakkındaki bir başka çalışmada da aynı durum kolayca hissedilebilir.
Her hâlükârda iki nemçeli ve bir yunanlı tarafından kaleme alına bu kitap bizim için önemli bir eserdir. Ve bu topraklardan birileri çıkıp daha iyisini ortaya akoyana kadar da böyle kalacaktır...
|