18.yüzyılın başlarından itibâren zafiyyet halini giderek arttıran ve özellikle kendisini, asrın son çeyreğinde Rus ve Avusturya cephelerinde uğranılan ağır mağlubiyyetler neticesinde acı bir şekilde hissettiren, Avrupa tarzında eğitimli ve düzenli bir ordu ve donanma, fennî topçuluk ve askerî teknik sınıflara, teknik eğitime ve dolayısıyla askerî mühendislik bilimlerine duyulan ihtiyaç, bu sahalarda bazı ilk adımların atılmasını kaçınılmaz kılmıştır.
Devletin çağdaş mühendislik hizmetlerini karşılayabilmek amacı ile ilk hamlede fevkalâde mütevâzı şartlar dahilinde eğitime açılan ve geliştirilmesinde, gerekli ölçü ve yeterlilik seviyesine getirilmesinde dâima güçlük çekilmekle beraber, nihâyet devamlılık arzedecek olan ilk müessesenin, daha sonraları yerleşen parlak ismiyle;
"Mühendishâne-i Bahr-i Hümayûn" yani "Devlet Deniz Mühendishânesi"
olduğu bilinmektedir.
...daha öncelerde Humbaracı ve Topçu Ocaklarında yapılan ve Bonneval (Humbaracı Ahmed Paşa) ve Baron de Tott gibi isimlerle beraber anılan bazı kısa ömürlü ve semeresiz denemelerin aksine...
Mektebin gerçek kuruluş tarihi 1776 olup, açılışı ile ilgili olarak Baron de Tott'a kaydedilen himmet hânesi abartılı ve yanıltıcı, 1773'de Tott tarafından kurulduğu söylentisi ise mesnedsizdir1
1770 senesinde Çeşme'de Osmanlı gemilerinin, İngilizlerin teşvik ve yardımıyla Cebelitarık'tan geçerek Akdeniz'e inmiş bulunan Rus filosu tarafından, yakılması hadisesiyle zafiyyet noktası su üstüne çıkan donanma işleri ve bahrî bilgilerdeki yetersizlik, bu tarihten sonra özellikle Fransızların yardımlarıyla giderilmeye çalışılmışsa da ciddi bir eğitimi ele alan bir plânlama 1776 senesine kadar söz konusu olamamıştır. Bunda, o sıralarda devam etmekte olan Osmanlı-Rus harbinin (1768-1774) ağır serüveni muhakkak ki önemli bir rol oynamıştır.
1776'da bu sahadaki zafiyyetin giderilmesi için küçük bir başlangıç adımı atılır: Hikâyesini en yetkili ve bilgili bir ağızdan sıhhatle takip ettiğimiz ve ana hatlarını kronolojik bir anlatım dahilinde veren bir vesikasını kullandığımız Kaptan-ı deryâ Küçük Hüseyin Paşa'nın (vazife süresi: 1792-1803), bu okulun açılması ve gelişmesiyle ve nihâyet kendi devrinde yeni olarak yapılması gerekenlerle ilgili olarak, 1797'nin ilk aylarında 3.Selim'e sunduğu Lâhiya'sına donanma gemilerinde "hendese ve coğrafya" ilmini bilenlerin bulunması icâb ettiğini vurgulayan çarpıcı bir ifade ile başlar.
Böylece bu ihtiyâcın karşılanması için, 1776 (Hicrî 1190) senesinde Tersâne'nin "Darağacı" mahallinde eski gemilerin çekildiği bir "çeşm" (hangar) içinde bir "hendese odası" açılmış olduğunu ve buraya bir hoca, bir halife ve bir alet sorumlusu ile on talebe tayin edildiğini ve bunlara yapılacak ödemelerin belirlendiğini kaydeder.
Burada iki gün tatil olmak üzere, haftada beş gün hendese (geometri) ve deryâ haritası ile ilgili bazı nazarî dersler verilmekteydi. Okulun hocalığına getirilmiş bulunan Cezayirli Hasan Hoca, kendisi ile görüşmüş bulunan Toderini'nin ifadesiyle İtalyanca, Fransızca, İngilizce ve İspanyolca gibi lisanlara âşina bir zat idi.
Toderini'nin 1781'deki ziyareti esnasında okuldaki derslere, bazı kaptanların ve devlet ricâlinin çocuklarından oluşan elli kadar talebe müdâvemet etmekteydi. Tek odalı, mekân ve eğitim yönünden yetersiz olarak üç kıtada geniş toprakları ve denizleri bulunan bir imparatorluğun ihtiyâçlarına cevap vermesi beklenen, eğitim ve kadrolarıyla çağını yakalayamamış, talebeleri müdavemet telâkkisi dışında eğitimi zorunlu olarak takibe mecbûr tutulmayan ve bu anlamda okula kayıd ve meûniyyet statüsü henüz belli olmayan bu kurum, Sadrıâzam Halil Hamid Paşa'nın (Sadâreti: 1782-85) reform teşebbüsleri çerçevesinde tekrar ele alınmıştır. Önce mekân sorununa bir ferâhlık getirilmesi için, o sıralarda Tersâne Emîni olan Mehmet Ataullah efendi tarafından, Tersâne Zindanı yanında üçambarlı kalyonların yapıldığı mahâl civârında birkaç odalı bir bina inşâ edilerek, okul 1784'de, mevcûd hoca ve talebeleriyle buraya nakledilmiştir.1
"...Üniversitelerin okullaştığı, bu okullaşmanın ise vardiyalaştırıldığı ve bunun da bir marifet sayıldığı, üniversite ve ilim telakkisinin kalmadığı, akademik çalışmalardaki standartın tamamen düştüğü, akademik kadrolara atanmalarda gerekli olan zorunlu çalışmaları ilmî vasfının ve hattâ mevcûdiyetinin dahi pek sorgulanmadığı, doçentlik tezi olmadan doçent, profesörlük tezi olmadan profesör olunduğu; çalışanların çalışmayanlarla, arşivlerde ve kütüphânelerde pek çok araştırmalar yapıp neşredenlerin, buralara adımını atmayıp, on senedir bir makale dahi yazmayan, başkalarının çalışmalarına ortak çıkan otlakçı ve başkalarının eserlerini çalıp, kendilerine mâl eden müntehillerle aynı kefeye konulduğu günümüz akademik dünyamızda, mensup oldukları müesseselerdeki eğitim faaliyetleri yanında herşeye rağmen ilmî etkinliklerini sürdürmeye kalkışanların önlerine çıkartılan zorlukların, bir an evvel giderilmesi ve ilmî mesaisine fedakârlıkla devam edenlerin tefrik ve taltifi, "ma'rifet iltifâta tâbidir" düstûrunun işâret ettiği anlam doğrultusunda beklenmektedir.
Ancak, ..."cehele ile ehl-i ilmin emr-i ma'aşda ve kadr ü i'tibârda müsâvî" olma hâlinin, yani "testiyi getiren de bir kıran da bir" deyişinin 3.Selim zamanında da dile getirildiği ve bu durumun şikayet konusu olduğu gerçeği, çalışanları ümitsizliğe sevk edebilecek bir tesbittir ve günümüz uygulamaları da bu konuda iyileştirici herhangi bir tesellli ve ümidi de vaad etmemektedir..." 1
1.Mahmut devrinde ordunun Avrupa tarzında yetiştirilmesi konusu ilk defa ele alınmış ve Sadrazam Topal Osman Paşa, bir Fransız dönmesi olan Kumbaracı Ahmet Paşa'yı (Comte de Boneval) kumbaracı ocağının ıslahına memur etmişti. Yeniçerilere nazaran devlete daha bağlı olan hasekilerle, Bostancı Ocağı eratından seçilen öğrenciler bir araya toplanmış ve 27 aralık 1734'de Üsküdar'ın Toptaşı semtindeki Ayazma sarayında bir imalâthane ile bir kışladan ibaret olmak üzere "Kumbarahane ve Hendesehane" adı ile bir mektep açılmıştı. Mektebe öğretmen olarak Yenişehir müftüsü Hacı Mehmet Efendizâde Mehmet Sait Efendi tayin edilmiş ve 1736 yılında Pîrîzâde Mehmet Efendi'nin yapmış olduğu bazı hendese araçları ilk defa kullanılmaya başlanmıştı. Fakat kısa bir süre sonra kapandı.
Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra; 3.Mustafa devrinde sadrâzam Koca Râgıp Paşa, Üsküdar'daki okul öğrencilerinden hayatta kalanlarla, ölenlerin çocuklarını 1759 yılında Kâğıthane'nin Karaağaç mevkiinde bulunan bir binada toplamış ve gizli olarak hendese ve sair bilimler okutturmuştu. Bu hayırlı teşebbüs de uzun sürmemiş ve az zaman sonra öğretime son verilmişti.
1768-1770 Türk-Rus Harbi'nde İngiltere'nin desteğiyle Rusların Cebelitarık Boğazı'nı geçen Baltık denizi donanması, 6-7 temmuz 1770'de Çeşme'de Türk donanmasını yakmıştı. Bunun üzerine, Kaptân-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın himaye ve teşviki ile Tersâne-i Âmire'nin Darağacı mevkiinde "Mühendishâne-i Bahri" adı verilen okul kuruldu ve ülkemizde ilk defa gemi inşaatı ile deniz haritalarının yapılması konusunda uzmanlaşmış kişiler yetiştirilmeye başlandı. İşte bu İstanbul Teknik Üniversitesi'nin ve ilk bölümü olan Deniz Mühendisliğinin kuruluşudur.
Bu mektep için hazırlanan kanunnâmede:
"... tahsilini tamamlayanların imtihan olunarak maharetleri anlaşıldıkta, donanma gemilerinden sancak kalyonları ve sair gerekli teknelerde, kaptan paşa marifetiyle kadirlerine şâyeste vazife verileceği..."
belirtiliyordu. Haliç Tersanesi'nde yer alan okulun ilk başhocası ise Türkçe ve Arapça'dan başka İtalyanca ve Fransızca da bilen ve gemi mühendisliği konusunda eğitim görmüş olan devrin değerli ilim adamlarından Cezayirli Seyyid Hasan Hoca'dır. Sonradan yerine Seyyid Osman Efendi geldi. Mühendishanede, aralarında pek çok tercüme kitapların bulunduğu bir kütüphane de kurulmuştu. 3.Selim de mühendishane'nin gelişmesine önem vererek, mektebe Topkapı Sarayı Kütüphanesi'nden kitap göndermiştir. Mektebe bağlı bir matbaanın kurulmasına olanak sağlayan padişah ayrıca gözlem ve ölçüm aletleri bağışlayarak okulun donanımına katkıda bulunmuştur.
Zamanla; mühendishane odasının dar olması dolayısıyla, ihtiyacı karşılayamadığı görülmüş ve 1.Abdülhamit devrinde Sadrâzam Halil Hamit Paşa tarafından tersane alanında, üç ambarlı kalyonların yapıldığı yer yakınında (şimdiki Camialtı mevkiinde) birkaç odadan ibaret yeni bir bina yaptırılmıştı. O yıllarda Halil Hamit Paşa'nın çabaları pek büyük olmuş, ileride Ruslarla yapılması muhtemel bir harbe hazırlık olmak üzere; donanmanın kuvvetlendirilmesine, topçuluk, istihkâm ve kale inşasından anlayan subayların yetiştirilmesine çalışılmıştı. Bu maksatla Fransa'dan mühendisler ve mütehassıs subaylar da getirtilmiş mektep programları genişletilerek yeniden düzenlenmişti. Bu yeni binasına taşındıktan sonra "Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn" yani "Devlet Deniz Mühendishanesi" adını alan mektepte, 22 ekim 1784'de derslere başlandı.
1789'da padişah olan 3.Selim, Enderun'un en kabiliyetli gençleriyle, az sayıda kalmış mühendislerin uygun olanlarından seçilen öğrencileri bir araya toplatmış ve başlarına değerli öğretmenler getirerek Eyüp'ün Bahariye sayfiyesindeki hükümdarlara mahsus bir köşkte "Mühendishâne-i Sultanî" adı ile bir mektep açtırmıştı. Mühendishâne-i Sultanî öğrencilerinin seviyesi, matematik, hendese ve fizik bilimlerin öğrenimi için yeter dereceye getirildikten sonra, 1792 yılında okul, Hasköy civarında henüz inşa olunan Kumbaracı kışlasına nakledildi. Bu sırada bir okul binasının da yapılmasına başlandı. 1795'de yapımı tamamlanan bu okula "Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn" yani "Devlet Kara Mühendishanesi" adı verilmiş ve öğrenciler buraya yerleştirilmişti.
Padişahın fermanı ile okul kumbaracı ocağına bağlanıyor, kara ve deniz mühendishanelerinin eğitimleri birleştiriliyordu. Okulun lâğımcı ocağından 50, humbaracı mülâzimlerinden 30 olmak üzere 80 nefer mülâzim talebesi olacaktı. Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn ise iki kısma ayrılıyordu.
Bu okulun araçları daha mükemmel olduğundan, deniz mühendishanesi öğrenci ve kalfaları haftanın pazartesi ve perşembe günleri Hasköy'deki okula giderek oradaki hocalardan ders görecek, sair günler ise tersane kışlalarında meşgul olacaktı. Her iki mühendishane, salı ve cuma günleri tatil edilecekti. Deniz mühendishanesi öğrencileri başlarına eskiden olduğu gibi kalyoncu şalı saracak ve kendilerine "Mühendisân-ı Bahriyye" denilecekti. Fermanda, dört hoca ile dört kalfanın ödevleri, alacakları maaş ve tayinât da açık olarak belirtiliyordu.
O sırada Kaptân-ı Derya bulunan Küçük Hüseyin Paşa, iki mühendishanenin birleştirilmesiyle zuhur edecek sakıncaları ve esas maksadın kaybolacağını açıklayan 27 Recep 1211 (26 ocak 1797) tarihli önemli takririni 3.Selim'e arz etti. 3.Selim devri Tersane Nâzırı Moralı Ali Efendi zamanında, şimdiki havuzların bulunduğu yerde geniş ve daha mükemmel bir Bahriye Mühendishane binası yapılmak üzere teşebbüse geçilmişti. İradesi alınıp temelleri atılmışsa da Kabakçı Mustafa Ayaklanması üzerine bu hayırlı iş yarım kalmış ve bütün ıslâhat hareketleri durduğu gibi, mühendishane de uzun bir süre ihmal edilmişti.
1821 yılında vukua gelen Kasımpaşa yangını, Araplık semtinden tersaneye sıçramış ve bahriye mühendishane binası da tamamen yandığından, öğretim bir sene kadar aksamıştı. Camialtı'na yakın Parmakkapı mevkiinde, bulunan errehane (bıçkı mağazası), mümkün olduğu nispette tâdil ve tanzim edilerek bir okul hâline getirilmiş ve 1822 yılında mühendishane buraya taşınmıştı.
Koca Hüsrev Paşa, ikinci defa 1822'de sadârete geldiği zaman, okulu unutmamış ve evvelce verdiği takrirle, 1824 yılında malî, öğretim ve nizamlar bakımından mühendishanenin ıslahına çalışılmıştı.
2.Mahmut da okulun ilerlemesi için büyük çabalar harcamış, Avrupa'dan öğretmen, mimar ve mühendisler getirtmişti. Öğrencilerin başarılı olanları İngiltere'ye gönderilmiş ve İngiliz gemilerinde eğitim görerek iyi birer subay ve denizci olmalarına çalışılmıştı.
Deniz mektebimiz, dördüncü defa, bugünkü Deniz Hastanesi'nin bulunduğu yerdeki bir binada kuruldu. Evvelce bu tepede Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın konağı bulunuyordu. 2.Mahmut orta havuzun inşası münasebetiyle dîvanhaneye geldiği zaman, okulun uygun olmayan bir binada bulunmasından, çekilen zorluklar kendisine arz edilmiş ve yeni bir binanın yapılması için izin alınmıştı.
Bu maksatla Cezayirli Hasan Paşa konağı satın alınıp tamamen yıkılmış ve yapılan keşfe göre inşa olunacak binanın masrafı 1833 kese 219 kuruş olarak tespit edilmişti. Fakat, inşaatı Kaptân-ı Derya Firarî Ahmet Fevzi Paşa 1.200 kese ile üzerine almış ve bu paranın 1.000 kesesi Darphane'den, 200 kesesi de bahriye hazinesinden verilmek suretiyle bina 1838 yılında tamamlanmıştı. Cümle kapısı üzerine konan kitabe şöyle bitiyordu:
"Nokta-î târihim Zîver hisâb edip dedim Mekteb-î Bahriyye ihya kıldı şâhinşâh-ı din" Hicrî 1254 (1838)
Abdülmecit devrinde bahriye okulumuzda büyük gelişmeler kaydedilmiş ve okul, Heybeliada'daki bahriye kışlasına nakledilmişti. 1847 yılında Mekteb-i Bahriye Nâzırı olan Patrona Mustafa Paşa da, okulun ıslahı hususunda bir lâyiha hazırladı. Deniz okulumuzun tarihinde önemli bir yeri bulunan bu lâyihaya göre Cezayirli Hasan Paşa konağının yerine yapılmış olan okul binası 400 öğrenciye göre hesap edilmişti. Lâkin bina bu kadar öğrenciye küçük geleceğinden öğrenci miktarının en çok 120 olması ve okulun eskisi gibi dört sınıf olarak bırakılması istendi. Ayrıca; Dârülfünûn'dan öğrenci alınması mümkün oluncaya kadar, subay ve bahriye mensupları çocuklarından müracaat edenlerin, bunlar yetmediği takdirde hariçten istekli olanların 14-16 yaşında olmak ve bazı şartlan haiz bulunmak şartıyla yapılacak imtihan ve sağlık muayeneleri sonucu okulun ilk sınıfına alınmaları uygun görüldü...
|