21.Yüzyıl ile birlikte Türk Savunma Sanayiinde büyük değişiklikler yaşanmaya başladı. Bu gelişmelerin ne ölçüde olumlu olduğunu anlayabilmek ise hiç de göründüğü kadar kolay değil hatta toplumun çok büyük bir bölümü için tamamen imkânsız.
Neden çok zor hatta bazen imkânsız olduğu ilerleyen satırlarda sanırım biraz da olsa anlaşılabilir hâle gelebilecektir. Savunma Sanayii projelerini birkaç temel alt başlıkta ele almak mümkündür; kara, hava ve deniz gibi.
Doğrusu kara ve hava projeleri söz konusu olduğunda benim izlenimlerim de toplumun bütününden ister istemez pek farklı sayılmaz. Mesela taarruz helikopteri, ana muharebe tankı, muhtelif zırhlı araçlar, çok çeşitli füzeler hatta milli muharip uçak projesi vesaire... Ne kadar da güzel görünüyor. Bir hatta iki asır kadar süren atâletten sonra sadece on senede gelinen nokta müthiş. Ya da gerçekten öyle mi?
Bizim üzerimizde böyle bir algının oluşmasını sağlayan etken nedir?
Fakat deniz projeleri ele alındığında sahip olduğum algının bu kez tam ters yönde olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Bunun temel sebebi, çeşitli vesilelerle bâzı deniz projelerine ister istemez bulaşmış ve durumu yaşayarak gözlemleme imkânına sahip olmuş bulunmak şeklinde özetlenebilir, tek kelimeyle ifade etmek gerekirse: Kader.
Buradan bütün deniz projelerinin başarısız olduğu şeklinde bir sonuç çıkmasın, çünkü değil. Ama durum çok daha karmaşık ve özellikle uzun vadede kötüleşme eğiliminde olabilir. Genelağ ortamına yazılabilecekler sınırında, merak edenler için mevzuya biraz da olsa açıklık getirmeye çalışmak belki faydalı olur.
Deniz projeleri açısından Milgem, YTKB ve LST projeleri hiç olmazsa izâfi olarak başarılı kabul edilebilir fakat mesela Milgem projesinde ilk iki gemi ile sonrakiler arasında milli çözüm yeteneklerinin kullanılması açısından bâzı kayıplar yaşanmaya başladığını da dikkâte almak lâzımdır ki bu gelişmelerden küçük bir tanesi de ilerleyen bölümde ele alınacak hususun doğal bir yansımasıdır.
Diğer taraftan Akya, Atmaca, Denizaltı Kurtarma gemisi, TF2000 gibi önemli deniz projelerinin durumu şimdilik belirsizdir, başarılı olup olamayacaklarını zaman gösterecek.
Ne yazık ki bizim gibi bir ülke için; aşırı derecede pahalı, ihtiyacı tartışmalı ve aslında sadece bir siyasi propaganda aracından başka bir anlamı olmayan uçak gemisi sevdasının sonucunu belirlediği LPD projesi ile Donanmanın en önemli çalışması olan YTDP projesini ise daha şimdiden maalesef başarısız olarak değerlendirmek yanlış olmaz. İlâve olarak tamamlanmış durumdaki Yakamoz projesinin de nitelik açısından gayet başarız olduğu ifade edilebilir. Ayrıca bir bütün olarak Sahil Güvenlik projelerinin tamamı da son derece başarısızdır ki eğer mümkün olursa bu makalenin devamında SG projelerindeki başarısızlığın sebebi kapsamlı olarak ele alınmaya çalışılacaktır.
Fakat bu defa durumun daha iyi kavranabilmesine olanak sağlayacak şekilde doğrudan şahsi bir tecrübeden bahsetmek belki daha etkili olabilir. Şimdi anlatılacaklar ikinci, üçüncü ağızdan gelen bir mesele değil yaşanmış, sıradan bir şahsi tecrübeden ibarettir.
Destek ve Köstek
Birkaç sene kadar önce Deniz Kuvvetleri, yapılacak bir alıma yönelik olarak yeni bir şartname hazırlığına girişmişti. Hazırlığı yapan teknik daire konunun Türkiye'deki tek yetkin üreticisi ile de irtibat halindeydi. Kanun gereği böyle bir ihaleye çıkılabilmesi için önce muhtemel yerli tedarikçilerden şartnamenin hatasız ve uygun olduğuna yönelik olarak onay alınması da gerektiğinden söz konusu şartname bu işletme tarafından defalarca incelendi ve hatalı bölümler üzerine yorumlar yapıldı. Bu değerlendirmelere bağlı olarak şartnamedeki bâzı hataların düzeltilebilmesi mümkün olsa da aslında doğrudan yabancı bir üreticinin mevcut bir ürününü tarif eden ve açıkça haksız rekabete sebep olan taraflarının düzeltilmesi, zaten beklendiği gibi, mümkün olmadı fakat yine de onaylanmak zorunda kalındı.
Tabii ki burada şartnamenin içeriğinden veya ihalenin konusundan ya da tedarik edilecek ürünlerden bahsedilecek değil ve bunun bir önemi de yok. Kişilerin ve isimlerin de önemi yok. Tek önemli olan devletin bakış açısı ve bunun etkileri.
Ama şu kadarından bahsetmek gerekir ki burada, ihaleye konu olan ürünü çeyrek asırdan fazla süredir her türlü zorluğa rağmen ve günümüz yerli savunma sanayiinde son derece nâdir rastlanan bir şekilde tamamen ve gerçekten milli imkân, sermaye, işçilik, tasarım ve mühendislik ile imâl etmekte olan ve yapabilme bilgisi açısından Türkiye'de tek olan bir işletme söz konusudur.
Mesela yakın zaman diliminden bir örnek göstermek gerekirse bahsi geçen bu işletme tarafından Milgem projesi için özgün olarak tasarlanıp üretilen alt sistemler başarıyla teslim edilmiştir. Üstelik Deniz Kuvvetlerinin ilk gemiyi teslim alan heyeti tarafından yapılan değerlendirmeler sonucunda söz konusu ürünler gemi üzerindeki bütün yerli alt sistemler arasında en yüksek dereceyi almıştır. Fakat bu bilgi asla resmi olarak açıklanmamıştır. Birkaç ilâve olarak Aselsan ve Tübitak ile birlikte bâzı askeri deniz projeleri için yapılan üretimler veya Avrupanın en köklü askeri tersanelerinden biri için yapılan imalâtlardan da bahsedilebilir vesaire...
Bütün bunları yaparken hiçbir devlet desteği, hibesi ve yardımının da asla kullanılmadığını belirtmek yerinde olur. Çünkü böyle bir desteğin üzerinde on milyonlarca kişinin hakkı olduğundan devletten böyle bir destek almak aslında son derece dehşet vericidir ve eğer istemeden bile olsa, böyle bir destek olması gerektiği gibi kullanılmazsa bunun vebâli nasıl ödenir?
Ortalıkta birileri devlet desteği istediğinden dem vurup duruyorsa çok büyük ihtimalle yapacakları işten ne kendilerine ne de millete bir hayır beklememek lâzımdır. Zaten bu destekleri kimlerin aldığı incelenirse en önde, devletten daha zengin olmaları muhtemel en büyük sermaye gruplarıyla karşılaşırsınız, sonuçları ise aşikardır.
Aslında devletin sağlaması gereken destek bu değildir ve sadece adaletin ve düzenin tesisinden ibarettir, gerisi kendiliğinden gelir. Bu yazıda bahsi geçen işletme de hiçbir devlet desteği kullanmadan neler yapılabileceğinin bâriz bir numunesidir. Velhasıl devletin maddi olarak destek olması değil sadece köstek olmaması yeterlidir ama bakalım aşağıda neler olacak...
Vatan Haini
Tekrar bahsi geçen ihaleye dönebiliriz. Söz konusu ihalenin şartnamesi birkaç sene süren yazışma ve hazırlıktan sonra tamamlanarak 2014 senesinde resmi olarak yayınlandı ama bu defa gerçek şartlarda herhangi bir yerli üreticinin ihaleye girebilmesini olanaksız hale getiren küçük bir ilâve ile!
Bilâhare ihale komisyonu başkanı olan subay ile konuyla alâkalı olarak irtibat kurulduğunda alınan cevap kısa ve açık oldu:
"Sizin bu mamûlleri üretmeniz kanunlara aykırıdır! Eğer devam ederseniz vatana ihanetten yargılanmanız gerekir."
Bak gari sen! Hem hakaret ve aşağılama hem de tehdit. Şunu da ilâve etmeyi ihmâl etmedi;
"İthalât yapın, o zaman sorun olmaz."
İşte bu da savunma sanayiinin içinde bulunduğu gerçek durumu ve SSM'nin bakış açısını açıkça ifade eden bir beyan olmuştu. Her şey nasıl mı sonuçlandı? Tabii ki istendiği şekilde...
Nihayetinde bardağı taşıran bu son damlanın da etkisiyle ve 2014 sonu itibarı ile şirket yönetim kurulu tasfiye kararı aldı ve işi bıraktı. Başta Türk Deniz Kuvvetleri olmak üzere pek çok önemli kurum yabancı üreticilerin ve ithalâtçıların eline düştü. Ama Deniz Kuvvetlerinin de istediği bu olduktan sonra yapacak bir şey yok, zorla güzellik olmaz.
Diğer taraftan bakılırsa yaklaşık 35-40 kişi yıllarca uğraşarak büyük emeklerle ve özveriyle inşa ettikleri işlerini kaybetti, ülke çapında yaygın bir bayi ağı ve buna bağlı olarak çok daha fazla insan da durumdan etkilendi, ithalât patladı vesaire ama en önemlisi, ülke kolay kazanılmayan bu konudaki değerli yapabilme bilgisini ve yeteneğini büyük ölçüde kaybetmiş oldu ki tekrar oluşturulmak istense bile bunu sağlayabilmek yıllar sürebilir. Sadece bu sebeple önümüzdeki senelerde devletin uğrayacağı maddi zararlar da cabası.
Benim açımdan ise hiçbir sorun yok, şahsi etki olarak umurumda değil. Zaten bu işlere bulaşmam Milgem projesinin başlamasıyla ve başımıza gelecekleri bildiğim için uzun süre ayak dirememe rağmen, Abdullah ve Süleyman'ın beni ketenpereye getirmesiyle olmuştu, şimdi kurtuldum. Ama aynı zamanda bu vesileyle her cenahtan bâzı değerli insanlarla tanışma fırsatım da oldu.
Sonuç olarak böyle işlerle, para değil de milli dava nazarıyla bakarak uğraştığınızda, başına gelecekler bellidir. Sadece küçük denizcilik piyasasında bile yukarıdakine benzer muamelelerle karşılaşagelen pek çok gerçekten-yerli işletme mevcuttur. Buradaki sıradan numune ne ilk ne de sondur. Bu doğrultuda tarihten hemen akla gelen ve bilinen birkaç isim belirtmek gerekirse; denizcilik alanında Ord.Prof. Ataullah Nutku, daha eskiye gidersek Torpidocu İdris Bey, havacılık alanında; Vecîhi Hürkuş ve Nuri Demirağ veya silah sanayii alanında Nuri Killigil veya Şakir Zümre, biraz daha yakın dönemde Erbil Serter gibi kişiler sıralanabilir. Kim bilir isimleri unutulmuş daha niceleri vardır. Muhtemelen biz parya muamelesi görmeye rıza gösterdiğimiz müddetçe bu sonuç değişmeyecektir... |